reklam

reklam

13 Temmuz 2017 Perşembe

HUKUKUN TEMEL KAVRAMLARI KISA NOTLAR





HUKUKUN TEMEL KAVRAMLARI
ÜNİTE 1: HUKUK KAVRAMI
Toplum içerisinde bireylerin çıkar çatışmalarını uzlaştırmak, birbirleriyle olan ilişkilerini ve davranışlarını düzenlemek ve böylece toplum düzenini sağlamak ve sürdürmek amacıyla getirilmiş kurallara, toplumsal davranış kuralları (sosyal düzen kuralları ya da toplumsal hayatı düzenleyen kurallar) denir.

Sosyal hayatı düzenleyen kurallar;  din, ahlâk, görgü, örf âdet ve nihayet hukuk kuralları şeklinde sınıflandırılabilir.


Din kuralları: insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemekte yetersiz kalmıştır. Din kurallarına uymamanın yaptırımının manevî nitelik taşıması sosyal hayatın düzeninin salt din kurallarıyla sağlanamayacağını gösterir.

Ahlâk Kuralları: Ahlâk, bir toplumda iyilik ve kötülük hakkında oluşan ve yerleşen değer yargılarına göre yapılması ya da yapılmaması gereken insan davranışlarına ilişkin kurallar bütünüdür. Bireylerin bizzat kendi kendilerine karşı nasıl davranmaları gerektiğini gösteren ahlâk kurallarına subjektif (öznel) ahlâk kuralları, ferdin diğer fertlerle ve toplumla olan ilişkilerinde nasıl davranması gerektiğini gösteren ahlâk kurallarına ise objektif (nesnel) ahlâk kuralları adı verilir. Sosyal hayatta arzulanan düzen ve emniyeti  tam anlamıyla sağlamaya yetecek nitelikte değildir. Ahlâk kurallarına uymamanın müeyyidesi de manevi bir mahiyet arz etmektedir.  Hukuk kuralına dönüşmemiş bir ahlâk kuralının devlet zoruna dayalı bir yaptırıma bağlanması mümkün değildir.


Görgü Kuralları: Uluslararası ilişkilerde ve devlet protokolünde önemli rol oynasa da bu kuralların bütün bir toplumsal hayatın ve sosyal ilişkilerin düzenlenmesinde yetersiz kalacağı açıktır. Bu kurallara aykırı davranmanın yaptırımı da manevi niteliktedir. Devlet otoritesinin harekete geçirilmesi gibi maddi bir tepki söz konusu değildir.

Örf ve Âdet Kuralları: Bugüne kadar olagelen şeylerin bundan böyle de gerçekleşmesini öngörür. İnsana bağlı olmalarından ötürü, çevre ve gruplara göre değiştiği gibi kültür dönemlerine, ulus ve ülkelere göre de değişir. Örf ve âdet kuralları esasen görgü kurallarıyla büyük ölçüde örtüşürAralarındaki en belirgin nitelik farkı, yaptırım gücünde görülür. Görgü kurallarına aykırılık hâlinde karşılaşılacak yaptırım örf ve âdet kurallarındaki kadar sert değildir.  Örf ve âdet kurallarına uyulmamış olması durumunda birey toplumdan soyutlanabilir, bir kısım fizikî müdahalelerle karşılaşabilir.  iki unsuru vardır. Bunlardan maddi unsur ya da süreklilik unsuru adı verilen unsura göre, bir davranışın örf ve âdet kuralı hâline gelmesi için toplum içinde uzun zamandan beri sürekli biçimde tekrarlanıyor olması gerekir.  manevi unsur olarak adlandırılan ikinci unsuru ise toplumda uzun zamandan beri tekrarlanagelen o davranış biçimine uymanın zorunlu olduğuna dair toplumda genel bir inancın varlığıdır. Bu iki unsurun birlikte bulunması hâlinde bir örf ve âdet kuralının varlığından söz edilebilir.  Belirtilen iki unsura (süreklilik ve zorunluluk inancına) devlet desteği unsuru eklendiğinde artık bir örf ve âdet hukukundan söz edilebilir. Örf ve âdet hukuku, hukukun kaynakları arasında yer alır ve yazısız kaynak olma özelliği gösterir. Örf ve âdet hukuku medeni hukuk, ticaret hukuku ve iş hukukunda önemli bir işleve sahiptir. Örneğin Medeni Kanunun 1. maddesi, hâkimin önündeki uyuşmazlığı kanuna göre, kanunda hüküm yoksa örf ve âdete göre çözeceğini  belirtmektedir.

Hukuk; bir toplumda kişilerin birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen ve devlet tarafından yaptırıma (müeyyideye) bağlanmış sosyal davranış kurallarının bütünüdür.
Basit ve şeklî bir tanım ile hukuk; bir toplumda kişilerin birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen ve devlet tarafından yaptırıma (müeyyideye) bağlanmış sosyal davranış kurallarının bütünüdür.

Hukuk kurallarının ve hukuki kurumların oluşturduğu düzene  hukuk düzeni adı verilir.

Sosyal hayatı düzenleyen diğer kuralların müeyyidelerinin özellikle manevi olması, onları toplumsal ilişkileri düzenlemekte yetersiz kılmıştır. Buna karşılık, hukuk kuralları maddi müeyyideli oldukları için şahıslar bu kuralların emir ve yasaklarına uymamakta kendilerini diğer sosyal kurallardaki gibi serbest hissetmezler. Hukuk kuralına aykırı davranmanın sonucu olarak ihlâl edilen normun türüne göre ceza, cebrî icra (zorla yerine getirme), iptal, tazminat, geçersizlik gibi maddi nitelikli yaptırımlar söz konusudur.


Hukuk kuralları din kurallarından birkaç önemli noktada ayrılmaktadır:
Din kurallarının kaynağı ilahi iken hukuk kuralları insan aklı ve iradesinin ürünüdür.
Din kuralları uhrevi ilişkileri düzenlerken hukuk kuralları dünyevi ilişkileri düzenler
Din kuralları uhrevi  mahiyette iken hukuk kurallarının devlet tarafından maddi yaptırımları vardır

Toplumun genel kanaatini ve ahlâk anlayışını dikkate almayan hukuk kuralı sosyal hayatı düzenleme fonksiyonunu yerine getiremez.

Ahlâk kuralları hukuk kurallarından bazı yönleri itibarıyla ayrılmaktadır:
Ahlak kurallarında yaptırım bireyin vicdanı iken hukuk kurallarında bireyin dışındaki bir otoritedir.
Hukuk kuralları belirlidir ve genellikle yazılıdır. Oysa ahlâk kurallarında genellikle hukuk kuralları kadar kesin bir belirlilik yoktur.
Hukuk kuralları emirler ve yasakları tespit ettiği gibi kişilere birtakım haklar ve yetkiler de sağlar. Buna mukabil ahlâk kuralları bireylere yetkiler sağlamaz.

Görgü kuralları hukuk kurallarından bazı yönleri itibarıyla ayrılmaktadır:
Görgü kuralları insanlara sadece toplumsal yükümlülükler getirir, buna karşılık yetki sağlamaz. Oysa hukuk kuralları bireyler açısından hem haklar hem de yükümlülükler getirir.
Hukuk kurallarının aksine görgü kuralları devlet tarafından konulmaz; belirli bir sosyal çevre tarafından oluşturulur.
Hukuk kuralları, ülkedeki o hukuk kuralının kapsamına dâhil olan herkese hitap ederken görgü kuralları, sadece o görgü kuralının geçerli olduğu sosyal çevredeki insanlara hitap eder.
Görgü kurallarına uymamanın yaptırımı manevi, hukuk kurallarına uymamanın yaptırımı maddi niteliktedir.

Örf ve âdet kuralları hukuk kurallarından bazı yönleri itibarıyla ayrılmaktadır:
Hukuk kurallarında muhatap kitle kural olarak herkes iken örf ve âdet kurallarında ilgili sosyal çevredir.
Hukuk kuralı haline gelmemiş örf ve adet kurallarının yaptırımı manevi iken hukuk kurallarının maddi yaptırım müeyyidesi bulunmaktadır.

Hukuk toplum hayatında uyulması zorunlu bir kısım kuralları belirtirken, hak sözcüğü bu kurallardan kişiler lehine doğan yetkiyi ifade eder.

Hukukun amacı;
Toplumsal düzen ve barışı sağlamak
 Toplumda eşitliği sağlamak
Hukuki güvenliği ve hürriyeti sağlamak
Adaleti gerçekleştirmek

Bir toplumda, belirli bir dönemde geçerli olan hukuk kurallarına yürürlükteki hukuk denir.

Pozitif hukuk, bir ülkede belirli bir zaman diliminde yürürlükte bulunan hukuk kurallarının tümünü ifade eder.


Mevzu hukuk pozitif hukukun örf ve âdet hukuku dışında kalan kısmını oluşturur.

Tabii (doğal) hukuk; Yürürlükteki hukuku değil, olması gereken hukuku, ideal hukuku ifade eder.
Unıt2
POZİTİF HUKUKUN KAYNAKLARI
Bilgi kaynağı; hukuk kurallarının bulunacağı yerleri ve kuralların içeriği hakkında bilgi edinilecek belgeleri ifade eder. Bu kaynaklar; Resmî Gazete, Düsturlar, Tutanak Dergileri, Yüksek yargı organlarının kararlarının yayınlandığı kitaplar, dergiler ve benzeri yayınlardır. Bu anlamda kanunların kaynağı yasama organları, tüzüklerin kaynağı Bakanlar Kurulu ve yönetmeliklerin kaynağı Bakanlıklar ve yetkili idare organlarıdır
Hukukun sosyolojik kaynağı; hukuk kuralının doğumuna yol açan ekonomik, sosyal, kültürel ve benzer gereksinimleri ifade eder. Hukukun kökenini oluşturan kaynak türüdür.
Şeklî ya da biçimsel kaynak kavramı hukuk kurallarının meydana gelirken aldıkları isim ve biçimleri kapsar.
aslî kaynaklar ve yardımcı kaynaklar sınıflandırmasıdır. Bu konudaki bir başka sınıflandırma da gelenekler -yazılı metinler-içtihatlar şeklîndedir.
Hukukun organik kaynağı; hukuk kurallarının kim tarafından ortaya çıkarıldığını ifade eden bir kavramdır
BAĞLAYICI-ASLÎ HUKUK KAYNAKLARI
Devletin yetkili organları tarafından çıkarılan ve yürürlükte bulunan hukuk kurallarının bütününe hukuk dilinde “ pozitif hukuk” adı verilmektedir
her kaynak, kendisinden önceki kaynağa nazaran daha ayrıntılı, dolayısıyla daha uygulanabilir hükümler ihtiva eden bir mahiyet taşır.
Hukuk kurallarının etkinliğinde onları çıkaran organların hukuk ve devlet düzenindeki yeri önemli bir role sahiptir. En soyut, en genel, en güçlü hukuk kuralları anayasada görülür (Güriz, 2009). Anayasadan sonra sırasıyla kanun (yasa), kanun gücünde olan diğer kaynaklar, tüzükler ve yönetmelikler yer alır.
Anayasa
Anayasa devletin temel yapısını, organlarını ve bunların birbirleri ile olan ilişkilerini işleyişlerini ve kişilerin temel hak ve hürriyetlerini düzenler.
Anayasaları kendi belirledikleri usul çerçevesinde değiştiren iktidara ise “ tali kurucu iktidar” adı verilir.
Bazı anayasaların değiştirilmesi daha zor koşullara bağlanmış olabilir. Bunun sebebi toplumun siyasî düzeni bakımından anayasanın bir istikrar unsuru (Bilge, 2009) olarak görülmesidir.
1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte biri tarafından yazı ile teklif edilmesi, değiştirme tekliflerinin de üye tamsayısının en az beşte üçü tarafından gizli oyla kabul edilmesi şartıyla değiştirilebileceği için sert bir anayasadır.
Yürürlükte bulunan 1982 anayasası, Cumhuriyetin ve onun temel niteliklerinin, devletin üniter yapısının, bayrağının, ulusal marşının ve başkentinin değiştirilemeyeceğini öngören 4. maddesi ile daha da katı (Özbudun, 1993) bir nitelik arz etmektedir.
“Çerçeve anayasa” adı verilen ve yalnız temel hükümleri düzenlemekle yetinen kısa metinler olarak hazırlanabilen anayasalara karşılık genellikle ayrıntılı düzenlemelere yer veren “kazuistik” özellikte anayasalar da görülmektedir.
Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel kurallardır.
Kanun (yasa)
Kanun dar ve teknik anlamı ile Anayasanın yetkili kıldığı organ tarafından yapılan ve genel, sürekli ve soyut hukuk kurallarıdır.
KANUN GÜCÜNDE OLAN DİĞER KAYNAKLAR
kanun hükmünde kararname ve uluslararası andlaşmalardır
ULUSLARARASI ANDLAŞMALAR
Uluslararası andlaşmalar iki veya daha fazla devlet tarafından akdedilen ve Türkiye’de TBMM’nin uygun bulma yasası ile Cumhurbaşkanın onayına sunulan ve Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konan bağlayıcı hukuk kurallarıdır. Türkiye’de uluslararası andlaşmaları akdetme ve imzalama yetkisi Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanına aittir.

a) Onaylanması İçin Kanunla Uygun Bulunması Gereken Andlaşmalar
Kural olarak, Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmalar ve Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşma TBMM’nin bir kanunla uygun bulması ile geçerlilik kazanır.

b) Onaylanması İçin Kanunla Uygun Bulunması Gerekmeyen Andlaşmalar
Anayasanın 90. maddesindeki düzenlemeye göre; ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, devlet maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hâllerine ve Türk vatandaşlarının yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilirler. Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasına göre; “usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.”
KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELER
Kanun hükmünde kararnameler, kanun çıkartmanın zaman alması buna karşılık toplumsal hayatın gerekli kıldığı düzenlemelerin zaman geçirilmeksizin yapılıp uygulamaya geçirilmesi zorunluluğu karşısında bakanlar kuruluna tanınmış bir düzenleme yetkisidir.
Tüzük (Nizamname)
Tüzük, yönetmelik ve yönetmelik benzeri düzenleyici işlemler birer idari işlemdir.
Tüzükler, bir kanunun uygulanmasını göstermek veya emrettiği işleri belirtmek üzere, kanunlara aykırı olmamak ve Danıştay’ın incelemesinden geçirilmek şartıyla Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan yazılı hukuk kurallarıdır.
Yönetmelik
Yönetmelikler, Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkardıkları yazılı hukuk kurallarıdır. Tüzüklerin Danıştay’ın incelemesinden geçirilmesi şart olmasına rağmen yönetmelikler için böyle bir şart yoktur.
Yazılı Olmayan Hukuk Kaynağı
Örf ve âdet hukuku yazısız kaynak olarak sınıflandırılır. Örf ve âdet; belli bir topluluğun üyelerinin belli bir zaman boyunca aynı şekilde tekrarlanan davranışlarıdır. Örf ve âdet kurallarının hukuk kuralı olarak kabul edilebilmesi için maddi unsur, manevi unsur ve devlet desteği özelliklerini taşımaları gerekir
Örf ve âdetin maddi unsurunun oluşması için; uzun bir süreden beri sürekli olarak tekrarlanan bir davranışın varlığı gerekir. Gelip geçici davranışlar örf ve âdet kuralı olamazlar.
Manevi Unsurun oluşması için; uzun bir süreden beri sürekli olarak tekrarlanan bir davranışın varlığının yanında o davranışa uyulmasının zorunlu olduğu yolunda toplumda genel bir inanç oluşmalıdır. Devlet Desteği; maddi unsur ve manevi unsuru taşıyan örf ve âdet kuralının hukuk kuralı olabilmesi için hukuk düzeni tarafından müeyyidelendirilmiş olması gereklidir. Bu da kanunların örfe ve âdete yaptığı atıflarla mümkün olabilir. Örneğin Medeni Kanunun 1. Maddesinde ve Türk Ticaret Kanununun 1. maddesinde bu tür atıflar mevcuttur. Ancak Ceza hukukumuzda kanunilik ilkesi (bir fiilin cezalandırılabilmesi için kanunda suç olarak tanımlanmış olması) geçerli olduğundan, örf ve âdet kuralları hukuk kuralı hâline dönüşemez.
YARDIMCI HUKUK KAYNAKLARI
Anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik gibi yazılı kaynaklar ve örf ve âdet gibi yazısız kaynaklardan biri mevcut ise hâkim bunlarla bağlıdır. Bu kaynaklar aslî kaynaklardır. Buna karşın hâkimin önündeki meseleyi çözmek için başvurduğu başka kaynaklar da vardır. Yardımcı kaynak olarak adlandırılan bu kaynaklar; bilimsel içtihat (öğreti, doktrin) ve yargısal içtihatlardır. Yardımcı kaynaklara uymak zorunlu değildir.
Bilimsel İçtihatlar
Belli bir hukuki konuda hukuk bilim adamlarının ileri sürmüş oldukları düşünce ve kanaatlere bilimsel içtihat (öğreti, doktrin) denir. Bilimsel içtihatlar makaleler ya da sistematik eserler şeklînde yayınlanmaktadır. Bunların hukukî bağlayıcılığı söz konusu değildir.
Yargısal İçtihatlar
İçtihat; “mahkemeler tarafından verilen kararlardan çıkan hukuk kurallardır”( Bu kararlar benzer sorunlar için de emsal (örnek) teşkil ederler.
Genel, soyut ve objektif kuralların, içerikleriyle ilgili somut olaylara tatbik edilmesi ve bu şekilde o olayın hukuk kuralı çerçevesinde bir sonuca bağlanmasına “hukukun uygulanması” adı verilir.
Hukuk Kurallarının Yer Bakımından Uygulanması
Bir ülkede var olan hukuk kuralları o ülkenin sınırları içerisinde geçerlidir. Hukuk kurallarının uygulanması bakımından ikinci ilke ise kişisellik (şahsilik) ilkesidir. Bu ilkeye göre; bir devletin vatandaşı yabancı bir ülkede bulunsa bile yine vatandaşı olduğu ülkenin kanunlarına tabidir. Kişisellik ilkesi ise özel hukuk alanında geçerli olan bir ilkedir.
Hukuk Kurallarının Zaman Bakımından Uygulanması
Hukuk kurallarının, ne zaman yürürlüğe girecekleri, ne zaman yürürlükten kalkacakları o kuralın hangi olay ve ilişkilere uygulanacağının belirlenmesi açısından önem taşır.
Hukuk kurallarının yürürlüğe girmesi ve yürürlükten kalkması
Yazılı hukuk kuralları için yürürlüğe giriş ve yürürlükten kaldırılmalarında belirli düzenlemelerin varlığı söz konusu iken, yazılı olmayan hukuk kuralları bakımından kesin bir zaman ve yasal düzenleme mevcut olmayıp bunlar hakkında daha ziyade yorum ve takdire dayalı bir uygulama geçerlidir.
Hukuk kurallarının yürürlüğe girmesi
Anayasaya göre kanun, kanun hükmünde kararname ve tüzükler ancak Resmî Gazete’de yayımlanmış olmak kaydıyla yürürlüğe girerler. Yönetmelikler bakımından, tüm yönetmeliklerin kural olarak yayımlanma zorunluluğu yoktur. Hangi yönetmeliklerin yayımlanması gerektiği kanunla belirlenir.
Hukuk kurallarının yürürlükten kalkması
Açık ilga; mevcut bir hukuk kuralının geçerliliğine son vermek konusunda hukuk kuralını koymaya ve kaldırmaya yetkili makam tarafından açıkça belirtilen kesin iradedir.
Zımni ilga; mevcut bir kanunun geçerliliğine son vermek konusunda kanun koyucunun iradesini açıkça dile getirmediği ilgadır. Bazen yeni çkan kanunlar hangi düzenlemeyi açıkça ilga ettiklerini belirtmeyebilirler. Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, meclis İç Tüzüğünün anayasaya aykırılık iddialarını başvuru üzerine inceler ve aykırılığın tespiti hâlinde metnin tümünü veya ilgili kısmını iptal eder. “Metrukiyet” adı verilen bir kavram daha vardır ki “terk edilmişlik” anlamına gelir ve bir hukuk kuralının hukuken yürürlükte olmasına rağmen kişilerin buna uymadığı yetkili mercilerin de bu ihlale bir müeyyide uygulamadığı durumu ifade etmekte kullanılır. Buna klasik bir örnek olarak pazarlıksız satışın yasaklanmasına ilişkin kanun ile basılı kâğıtların kese kâğıdı olarak kullanılmasını yasaklayan kanun gösterilmektedir
Hukuk Kuralları Arasında Çatışma Sorunu
Üst kanun ilkesinin (lex superior), temelinde normlar hiyerarşisi teorisi vardır.
Sonraki kanun ilkesine (lex posterior) göre ise normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde bulunan kurallardan sonra çıkan kanun önce çıkan kanunu ilga eder.
Özel kanun ilkesine ( lex specialis) göre; aynı düzeyde yer alan ve aynı tarihli olan iki hüküm var ise özel hüküm uygulanmalıdır.
Hukuk kurallarının geçmişe etkisi
Yürürlükte bulunan kanuna göre yapılan işlemlerin daha sonra çıkarılacak bir kanunla geçersiz kılınması hem kişilerin hukuk düzenine duydukları güveni sarsar, hem de hakkaniyete aykırı bu durum kişilerin adalet duygularını rencide eder. Bireylere hukuksal güvence sağlamanın yollarından biri de hukuk kurallarının geçmişe yürümemesidir.
Eski hukuk kuralının yürürlükte olduğu bir zamanda şahısların hukuka uygun olarak ve bütün sonuçlarıyla elde etmiş oldukları hakların yeni çıkan hukuk kuralı zamanında hukukî geçerliliğini korumasına kazanılmış hak (müktesep hak) denir.
Hukuk kurallarının geriye yürümezliği ilkesi, kişilerin kazanılmış haklarının korunması düşüncesine dayanmaktadır.
Özel hukuk alanında kamu düzeni ve genel ahlakla ilgili hukuk kuralları geçmişe yönelik şekilde uygulanır.
Kanunların geriye yürümeyeceği esasının kamu hukuku alanındaki istisnalarına bakıldığında ceza hukuku açısından bir özellik dikkati çekmektedir. Kural olarak ceza kanunu geriye yürümez. Ancak failin lehine olan ceza kanununun geçmişe yürümesi esası kabul görmüştür. Diğer bir ifade ile ceza hukukunda yeni kanun hükmü failin lehine ise veya daha hafif ise geriye yürüyecek, değilse yürümeyecektir.
Hukuk Kurallarının Anlam Bakımından Uygulanması
Bir hukuk kuralının makûl anlamını ortaya çıkarmak ve bir ifadeyi açıklığa kavuşturmak için yapılan entelektüel faaliyete yorum adı verilir.
Gerek kanun koyucunun normları ifade etmede her zaman yetkin olamaması, gerekse normun her olaya tatbik için yeterli ve tatminkâr olmaması sebebiyle hukuk kurallarının uygulanmasında zorluklarla karşılaşılır. Bu zorlukların aşılması ve normun uygulanabilmesi için kuralın gerçek amacını, objektif anlamını, kapsam ve muhtevasını belirlemek üzere zihnî bir çaba göstermek gerekir. Bunun yanı sıra normun bir diğer muhatabı olan kanunların uygulayıcı makamları da kanun metinlerinde tereddüt ederlerse bu durumu kanun koyucuya soramazlar. Bu noktada anlamı kendilerinin bulmaları gerekir ki işte hukukta yorumun özü buradadır
Yorum çeşitleri
Yorum (eski ifade ile tefsir), öğretide özellikle yapan kişi, organ ya da makama göre bir tasnife (sınıflandırmaya) tabi tutulmaktadır. Yasama yorumu, yargısal yorum ve bilimsel yorum olmak üzere üçe ayrılır.
Yasama yorumu; kanun koyucunun kendisi tarafından yapılan yorumdur. Bu yorum türünde kuralı koyan makam kendi iradesinin ne yönde olduğunu belirtmek suretiyle hukuk kuralının anlamını açıklığa kavuşturmaktadır
Yargısal (kazai) yorum; mahkemelerin bakmakta oldukları hukuki ihtilafları (uyuşmazlıkları) çözerken, diğer bir deyişle soyut kuralları önlerindeki somut olaya uygularken, hukuki metnin anlam, içerik ve kapsamını tespit ederek ve sadece o olayla ilgili olarak bir yorumda bulunmalarına denir.
Bilimsel (ilmî) yorum; hukuk kurallarının, hukuk bilimi ile uğraşan bilim adamları tarafından bilimsel makaleler ve sistematik eserlerde teorik biçimde yorumlanmasıdır.
Yorum yöntemleri (metotları)
Lafzi (sözel / deyimsel) yorum metodu
Bu yorum yönteminde hukuk kuralının anlamı, öncelikle kuralın metninde geçen kelime ve deyimler dil bilgisi ve mantık kurallarına göre tespit edilmeye çalışılır. Hukuk kuralının sözü ile sıkı sıkıya bağlı kalınması ve onun dışına çıkılamaması bazen o normun konuluş amacıyla ve hukuk mantığıyla bağdaşmayan adaletsiz sonuçların doğmasına ya da kanuna karşı hile yapılmasına sebebiyet verebilir.
Tarihî yorum metodu
Tarihî yorum metoduna göre hukuk kuralı yorumlanırken o kuralı koyan organ veya makamın, kuralı koymakla hangi amacı gerçekleştirme iradesinde olduğu araştırılır. Kuralın metin olarak anlamı değil, kural hâline gelirken dayandığı irade araştırılır.
Amaçsal (Gai) yorum metodu
Kanunun metni ve hazırlık aşaması kanunun yorumlanmasına yardımcı olur, ama bunlarla yetinmek doğru değildir. Bunların yanında kanunun amacını özellikle uygulama döneminin ihtiyaçlarını dikkate alarak yorumlamak kuralın anlamının açıklığa kavuşturulmasında daha isabetli bir tercih olacaktır. Hukukun yaşayan bir düzen olması ve sosyal ihtiyaçlara cevap verme lüzumu mevcuttur.
*Yorum ve muhakeme esnasında yararlanılan başlıca mantık araçları kıyas, evleviyet ve aksi ile ispattır.
Yorum ve muhakemede başvurulan mantık ilkeleri
Bir hukuk kuralının yorumlanması için mantık biliminin bazı kural ve kurumlarından yararlanılabilir. Kıyas, evleviyet ve aksi ile kanıt yöntemleri uygulama alanı bulan mantık kurallarıdır.
 Kıyas (örnekseme, analoji), belirli bir durum veya ilişki için konulan hukuk kuralının, o duruma veya ilişkiye benzeyen fakat hakkında hiç ya da yeterli hüküm bulunmayan başka bir durum veya ilişkiye uygulanmasını ifade eder. Örneğin tren vagonunda sigara içilmesini yasaklayan kural puro veya pipo içilebileceği şeklînde yorumlanamaz.
Evleviyet (öncelik, yeğleme, yeğlik yolu), temelinde çoğun içinde azın da bulunacağı, çoğu yapmaya yetkili olanın azı yapmaya da yetkili olacağı düşüncesini barındıran kıyas benzeri bir ilkedir. Örneğin hafif ihmali bulunan borçluyu tazminat ödemekle yükümlü tutan hükmün, borçlunun ağır ihmalinin söz konusu olduğu durumda ayrı bir düzenleme yoksa öncelikle (evleviyetle) uygulanacağının öngörülmesi, bu kuralın doğal bir sonucudur.
Aksi İle Kanıt(mefhum-u muhalif beyyinesi, zıt kavram delili); bir hukuk kuralının bir özel durum için öngördüğü sonucun, o durum dışında kalanlar bakımından o sonucun aksi yönündeki sonuçlara tabi olmasıdr. Örneğin tapuya kayıtlı gayırımenkullerin satış sözleşmeleri, resmî şekle tabi kılınmıştır. Bu hüküm aksi ile kanıt yolu ile yorumlandığında, tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların satış sözleşmelerinin resmî şekilde yapılması zorunluluğunun bulunmadığı sonucuna varılır.
HUKUKTA BOŞLUK KAVRAMI VE HÂKİMİN TAKDİR YETKİSİ
Hukukta Boşluk ve Hâkimin Kural Koyması
Yazılı ve yazılı olmayan hukukta bir mesele hakkında hiçbir kuralın getirilmemiş olması hâlinde hukuk boşluğundan söz edilir. Son sınıflandırma ise kural içi boşluk ve kural dışı boşluk sınıflandırmasıdır. Kural içi boşluk kanun koyucu tarafından bilinçli olarak, isteyerek bırakılmış boşluklardır. Kural dışı boşluk ise kanun koyucunun arzusu ve isteği olmadan meydana gelen boşluklardır. Hâkim, önüne gelen mesele hakkında hüküm vermekten çekinemez. Türk Medenî Kanunu’nun 1. maddesinin 2. fıkrasında “kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir”
Hâkimin Takdir Yetkisi
Nitekim Medeni Kanunun 4. maddesi “kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hâkim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir” diyerek bu konuyu düzenlemiştir
Özet

Hukuk kurallarının kaynakları asli kaynaklar ve yardımcı kaynaklar olmak üzere ikiye ayrılır. Asli kaynaklar yazılı ve yazısız kaynaklar olarak kendi içinde bir ayırıma tabidir. Örf ve adet hukuku ise hukukun asli kaynaklarının yazısız kaynağını oluşturur.
•Genel ve soyut olan hukuk kurallarının uygulanması da önem arz etmektedir. Yalnız başına kuralların var olması yetmemekte bu kuralların somut ve özel olaylara uygulanması gerekmektedir.
•Türk hukuk düzeninin hâkime tanımış olduğu hukuk yaratma ve takdir yetkisi kavramları da hukukun uygulanması konusunda değinilmesi gereken konulardandır.

Unıt3

HAKKIN TANIMI VE NİTELİĞİ
İrade teorisine göre hak, hukuk düzeni tarafından kişilere tanınan irade kudretidir. İrade teorisi, bir kimsenin bir konuda hak sahibi olabilmesini, başkalarını kendi iradesine göre hareket etmeye zorlayabilmesine bağlamıştır. örneğin küçüklerin, ayırt etme gücüne sahip bulunmayanların, akıl hastalarının hak sahibi olamaması anlamına gelir ki bu doğru değildir.
Menfaat teorisi, hak kavramını izah etmeye çalışan ikinci teoridir. Bu teoriye göre hak, hukuk düzeni tarafından korunan menfaattir. İrade teorisinin karşıtı olan bu teori de, kişi iradesini göz ardı etmesi ve hukuk düzeni tarafından korunan her menfaati hak olarak nitelendirmesi yönlerinden eleştirilmiştir. Mesela trafik kurallarına uyulmasında herkesin menfaati vardır, fakat trafik kuralları konurken kişilere bu anlamda hak tanınmamıştır.
Karma teori, irade ve menfaat teorilerine yönelik eleştiriler üzerine bu iki teoriyi bir araya getirip telif eden bir görüş olarak ortaya çıkmıştır. Bugün çoğunlukla ve küçük farklarla genel kabul gören karma teoriye göre hak, hukuk düzeni tarafından korunan ve kullanılıp kullanılmaması sahibinin iradesine bırakılan çıkarlardır.
Düzenlendikleri Hukuk Alanına Göre Haklar
Klasik anlamıyla hak, hukuk düzeni tarafından tanınan ve hukuken korunan bir menfaattir. Ancak insan hakları hukuk düzeni tarafından tanınıp korunmamış olsa dahi insanların sahip oldukları kabul edilen haklardır.
Kişinin hakları, bireyin serbestçe gelişmesini hedefleyen yaşam alanına devletin müdahale etmesini önleyen haklardır. Bu sebeple “koruyucu haklar” ya da devletin bu haklar karşısında negatif bir tutum sergileyip karışmama yükümlülüğü altında bulunmasından dolayı “negatif statü hakları” da denir. Bu haklara örnek olarak özel hayatın gizliliği, din ve vicdan hürriyeti, konut dokunulmazlığı, haberleşme hürriyeti gösterilebilir.
Sosyal ve ekonomik haklar ise bireylere devletten olumlu (pozitif) bir tutum sergilemesini, devletin bazı hizmetleri yerine getirmesini isteme imkânı tanıyan haklardır. Bu sebeple “isteme hakları” ya da “pozitif statü hakları” olarak da adlandırılırlar. Bu haklar arasında sağlık hakkı, konut hakkı, sosyal güvenlik hakkı, eğitim ve öğrenim hakkı sayılabilir.
Siyasî haklar, bireylerin siyasal iktidarın kullanılmasını ve devlet yönetimine katılmasını sağlayan seçme, seçilme, siyasî parti kurma, kamu hizmetine girme ve dilekçe hakkı gibi haklardan oluşur. Bu haklara “katılma hakları” ya da aktif statü hakları da denir.
Devir Kabiliyetlerine Göre Haklar
İntifa ve sükna (oturma) hakları kişiye bağlıdır, belirli bir kişi lehine tanınabilir ve hak sahibi bunları başkasına devredemez, hak sahibinin ölümü ile son bulurlar (Dural/Sarı, s. 143). İntifa hakkı, menkuller, taşınmazlar, haklar ve malvarlığı üzerinde kurulabilen, sahibine ondan yararlanma ve onu kullanma hakkı veren bir irtifak hakkıdır. Sükna (oturma) hakkı ise bir binadan veya onun bir bölümünden konut olarak yararlanma yetkisi verir.
Hakların bir kısmı ise hukukî işlemlerle de, miras yolu ile de başkasına geçemez. Bu tür haklara devredilemeyen haklar denir. Bu tür haklar kişiye bağlı olup hak sahibi ölünceye dek varlıklarını devam ettirir, hak sahibi ölünce de kendiliğinden ortadan kalkar. Kural olarak kişi varlığı (şahıs varlığı) hakları devredilemez. Fikir ve sanat eseri sahibinin manevi hakları da devredilemeyen haklardandır.
Kullanma Yetkisi Bakımından Haklar
Buna karşın bir kısım hakların kullanılmasında mutlaka kişinin kendisinin karar vermesi, hakkın kullanılmasının hak sahibinin iradesine dayanması gerekir ki bu tür haklara münhasıran şahsa bağlı haklar (kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar) adı verilir. Örneğin kişilik hakkının ihlali nedeniyle manevi tazminat davası açma, nişanlanma, nişanı bozma, evlenme, boşanma davası açma, evlat edinme, velayet hakkı, vasiyetname düzenleme gibi ölüme bağlı tasarrufta bulunma hakkı birer kişiye sıkı sıkıya bağlı haktır.
Niteliğine (İleri Sürülebileceği Çevreye) Göre Haklar
Mutlak haklar sadece kanun tarafından oluşturulur ve sayıları kanunda belirtilenlerle sınırlıdır. Kişilerin kanunda belirtilmemiş yeni bir mutlak hak türü meydana getirmeleri mümkün değildir.
Mutlak haklar, ilişkin oldukları kişiler ve eşya üzerinde sahibine en geniş hâkimiyet ve tasarruf yetkileri veren, herkese karşı ileri sürülebilen, herkesin bunlara uyması ve bunları ihlal etmemesi zorunluluğunu içeren haklardır.
Maddi mallar araba, ev, vazo gibi somut, elle tutulur, gözle görülür bir varlığa sahiptir. Maddi mallar üzerindeki haklara “aynî haklar” denir. Maddi mallar üzerindeki mutlak haklar mülkiyet (tam aynî hak) ve sınırlı aynî haklar (mülkiyetin dışındaki aynî haklar) şeklinde bir ayrıma tabi tutulur.
Sınırlı aynî haklar, mülkiyet hakkının vermiş olduğu yetkilerin tamamını değil bir veya ikisini kısmen ya da tamamen sağlar. Bu haklar irtifak hakkı, rehin hakkı ve gayrimenkul mükellefiyeti olmak üzere üçe ayrılır. İrtifak hakları, başkasına ait bir eşyayı kullanma veya ondan yararlanma yetkisi veren aynî haklardır. Rehin hakları ise, sahibine alacağın karşılığı olan borç ödenmediği takdirde rehin verilmiş olan eşyayı icra vasıtası ile sattırıp paraya çevirterek alacağını satış bedelinden alma yetkisini verir. Gayrimenkul mükellefiyeti; bir taşınmaz malikinin, sadece o taşınmazla sorumlu olmak üzere başka bir kimseye bir şey yapmaya veya vermeye mecbur bulunmasıdır.
Nisbi haklar
Nisbi haklar, mutlak haklardan farklı olarak herkese karşı değil, ancak belli kişilere karşı ileri sürülebilen haklardır.
Amaçlarına (Kullanılmasının Etkisine) Göre Haklar
Amaçlarına (kullanılmasının etkisine) göre haklar yenilik doğuran haklar-yenilik doğurmayan (alelade) haklar ayrımına tabi tutulmaktadır. Bir kısım hakların kullanılması hâlinde hukukî hayatta bir yenilik söz konusu olmaz. Kullanılmaları mevcut hukukî durumu değiştirmeyen haklara alelade (yenilik doğurmayan) haklar denir. Meselâ, sahibi olduğunuz otomobili kullandığınızda, onun üzerinde sahip olduğunuz mülkiyet hakkını kullanmış, mülkiyet hakkının size sağladığı bir yetkiden istifade etmiş olursunuz, ancak mülkiyette veya herhangi bir hukukî ilişkide bir değişiklik meydana gelmez. Oysa öyle haklar vardır ki, sahipleri tarafından kullanıldıklarında ya yeni bir hukukî ilişki meydana gelir, ya mevcut bir hukukî ilişki değişir yahut da bir hukukî ilişki ortadan kalkar. Bu türlü haklara ise yenilik doğuran haklar (inşaî haklar) adı verilir.
Bağımsız Olup Olmamasına Göre Haklar
Hak sahibinin doğrudan doğruya sahip olduğu haklara bağımsız haklar denir. Mülkiyet hakkı, alacak hakkı, fikrî haklar bağımsız haklara örnek olarak verilebilir. hak sahipliği başka bir hak üzerindeki hak sahipliğine göre belirleniyorsa bağımlı haklar (bağlı haklar) söz konusu olur.
HAKLARIN KAZANILMASI VE KAYBI
Bir hakkın, bir hak süjesine (kişiye) bağlanmasına, böylece o hakkın sahibi durumuna gelmesine hakkın kazanılması (iktisabı); hakkın sahibinden ayrılıp onun malvarlığı veya şahıs varlığı çevresinden çıkmasına ise hakkın kaybı denir. Hakların kazanılmasına veya kaybına sebep olan etkenler ya bir hukukî olay, ya bir hukukî fiil ya da bir hukukî işlemdir.
Hakların Kazanılma Yolları
Bir hakkın, bir hak süjesine (kişiye) bağlanmasına, böylece o hakkın sahibi durumuna gelmesine hakkın kazanılması (iktisabı); hakkın sahibinden ayrılıp onun malvarlığı veya şahıs varlığı çevresinden çıkmasına ise hakkın kaybı denir.
Aslen iktisapta kişi bir hukukî olay veya kendi fiiliyle bir hakkın doğrudan doğruya sahibi hâline gelir. Örneğin ormanda avlanılan bir tavşan ya da denizden tutulan balıklar üzerindeki mülkiyet aslen kazanılmış olur. Bir eşyanın mülkiyetinin zamanaşımı yoluyla iktisabı da aslen kazanmadır.
Devren kazanma ise bir hakkın önceki sahibinden ve genellikle onun katkısıyla kazanılmasıdır. Örneğin bir satım sözleşmesinde satıcı, satıp teslim ettiği şey üzerinde mülkiyet hakkını kaybederken, alıcı teslim aldığı şeyin mülkiyetini iktisap eder.
Bir şahsın sahip olduğu hakkı devretmeyip bu hakka dayanarak bir başkasına yeni bir hak sağlaması hâlinde hak tesisen kazanılmış olur. Mesela sahip olduğunuz gayrimenkul üzerinde alacaklınız lehine bir ipotek tesis ettiğinizde rehin hakkı sahibi hakkını tesisen kazanmış olur. Tesisen iktisapta, yeni ortaya çıkan hak sahipliğine rağmen önceki hak sahipliği varlığını devam ettirir.
Hakların Kaybedilme Yolları
Hakların kaybedilmesi bakımından mutlak kayıp-nisbi kayıp ayrımı yapılır. Buna göre bir hak hukukî olay, fiil ya da işlem sonucunda tamamen ortadan kalkıyorsa mutlak kayıp, tamamen ortadan kalkmayıp bir şekilde el değiştiriyorsa nisbi kayıp söz konusu olur. Örneğin değerli bir tablonun yanması hâlinde mutlak kayıp, başka birine satılarak devredilmesi hâlinde nisbi kayıp vardır.
Hakların Kazanılmasında İyi Niyetin Rolü
İyi niyet, hâlin gerektirdiği özeni göstermiş olmasına rağmen bir hakkın kazanılmasına veya diğer bir hukukî sonucun meydana gelmesine engel olan bir eksikliği ya da olguyu bilmemek ya da bilebilecek durumda olmamaktır.
İyi niyet ancak kanunun öngördüğü hallerde ve ölçüde koruyucu rol oynar.
Eşya hukuku bakımından, “bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden o şey üzerinde iyiniyetle mülkiyet veya sınırlı ayni hak edinen kimsenin edinimi, zilyedin bu tür tasarruflarda bulunma yetkisi olmasa bile korunur.” Medeni Kanunun 988. maddesinin bu hükmünde geçen “emin sıfatıyla zilyed” ibaresi taşınır (menkul) bir malın kira, rehin, tamir ya da saklama gibi bir amaçla geçici bir süre için kendisine bırakıldığı kişiyi ifade etmektedir.
Medeni Kanun’un 989. maddesine göre “zilyedinin elinden rızası dışında çıkan bir menkul malı, açık artırmadan, pazardan veya benzer eşya satanlardan alan iyiniyetli üçüncü kişi, ödenen bedelin verilmesi hâlinde, o şeyi iade etmek zorundadır.” Bir menkul malın rıza dışında elden çıkması; unutma, çaldırma, kaybetme gibi bir yolla sahibinin arzusu dışında elinden çıkmasıdır.
Aile hukuku bakımından; evli bir kişinin ikinci evlilik yapması hukuken geçersizdir (bâtıldır) ve bu evliliğin iptali için gerek cumhuriyet savcısı gerekse menfaati bulunan diğer kişiler dava açabilir. Fakat böyle bir evliliğin iptaline karar verilmeden önce ölüm veya gaiplik gibi bir sebeple birinci evlilik ortadan kalkarsa ve ikinci evlilikteki eş iyiniyetli ise artık ikinci evliliğin iptaline karar verilemez, iyiniyetli ikinci eşin bu iyiniyeti korunur.
Hakların Kullanılmasında Dürüstlük İlkesi
Dürüstlük kuralından ortalama zekâya sahip, makul, dürüst ve güvenilir bir kişiden beklenebilecek genel ve objektif bir davranış tarzı anlaşılır.
Hakların Hak Sahibinin Eliyle Korunması
Meşru müdafaa (haklı savunma); bir kimsenin gerek kendisinin gerekse başkasının şahsına veya malvarlığına karşı yapılan bir saldırıyı bertaraf etmek için tecavüzde bulunan kimseye karşı kuvvet kullanmaktır.
Zorunluluk (ıztırar) hâli, bir kişinin kendisinin veya başkasının şahıs varlığı veya malvarlığı değerlerine yönelik derhal meydana gelecek bir tehlikeyi bertaraf etmek için tehlikeyle ilgisi bulunmayan bir kişinin malına zarar verilmesidir. Örneğin kuduz bir köpeğin saldırısından korunmak için bir evin kapısını ya da bir dükkânın camını kırıp içeri girerek kurtulan kişinin zorunluluk hâli içinde bulunduğu söylenebilir.
Kendi hakkını korumak için kuvvet kullanma da istisnaî olarak kişinin hakkını kendi eliyle koruyabileceği durumlardan biridir. Kuvvet kullanmaya örnek olarak, kira bedelini almaya giden mal sahibinin, kiracının evi boşaltıp kaçmak üzere olduğunu görmesi hâlinde kira bedelinin karşılanması amacıyla kiracının bazı eşyalarını kiracının elinden zorla alabilmesi
Hakların Devlet Eliyle Korunması
Talep, borçluya ya da hakkını ihlal edene karşı şahsen kullanılan bir yetkidir. Dava da talebin yargı organı aracılığıyla kullanılması olarak da nitelendirilebilir.
Dava çeşitleri
Eda davasında davacı; davalının bir şeyi yapmaya, bir şeyi yapmaktan kaçınmaya veya bir şeyi vermeye mahkûm edilmesini mahkemeden talep eder.
Tespit davaları, taraflar arasında bir hukukî ilişkinin veya hakkın mevcut olup olmadığının tespiti için açılan davalardır.
Yenilik doğuran davalar, bir hukukî durumun meydana getirilmesi, değiştirilmesi veya sona erdirilmesi için açılan davalardır. Bunlara “inşaî davalar” da denilir. Davacı hukukî ilişkiyi kurma, değiştirme, ortadan kaldırma hakkını kural olarak tek taraflı kullanır. Boşanma davası bu davalara örnek gösterilebilir.
Davada ispat
İspat, davacının iddiası ve davalının savunmasının dayandığı olguların var olup olmadığı konusunda karar verecek olan mahkemeyi usulüne uygun şekilde ikna etme işlemidir. Bir olgunun ispatı için kullanılan vasıtalara ise “delil” denir.
Özet

hukukun temel kavramlarının başında gelir ve “gerçekleşmesi hak sahibinin iradesine bağlı, hukuken korunan bir menfaat” olarak tanımlanır. Hakkın konusunu malvarlığı değerleri oluşturabileceği gibi kişilik hakları da olabilir. Her hakkın bir sahibi vardır. Hukukun hak sahibi olma yeteneği tanıdığı varlıklara kişi denir. Hukukta gerçek kişi (insanlar) ve tüzel kişi olmak üzere başlıca iki tür kişi söz konusudur.
•Haklar, çeşitli açılarda muhtelif sınıflandırmalara tabi tutulmaktadır. Öncelikle ilişkin oldukları veya düzenlendikleri hukuk alanından yola çıkılarak kamu hakları (kamu hukukundan doğan haklar), özel haklar biçiminde bir ayrım yapılmaktadır. Hakkın niteliğine (ileri sürülebileceği çevreye göre) göre mutlak haklar ve nisbî haklar şeklinde tasnif edilmektedir. Haklar, konusuna (parasal değer taşıyıp taşımamalarına) göre malvarlığı hakları - şahıs varlığı (kişilik) hakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Devir kabiliyetlerine (el değiştirip değiştirilememelerine) göre haklar devredilebilen haklar ve devredilemeyen haklar biçiminde sınıflandırılmaktadır. Amaçlarına (kullanılmasının etkisine) göre haklar yenilik doğuran haklar ve yenilik doğurmayan haklar ayrımına tabi tutulmaktadır. Hakların bağımsız olup olmaması yönünden bağımlı haklar ve bağımsız haklar ayrımı söz konusudur. Haklar, kullanma yetkisi bakımından ise şahsen kullanılması zorunlu (münhasıran şahsa bağlı) olan ve olmayan haklar şeklinde tasnif edilmektedir.
•Mutlak hak-nisbî hak ayrımı, özel hukuka karakterini veren bir hususiyet taşıyan ve pratik sonuçları olan önemli bir ayrımdır. Mutlak haklar, ilişkin oldukları kişiler ve eşya üzerinde sahibine en geniş hâkimiyet ve tasarruf yetkileri veren, herkese karşı ileri sürülebilen, herkesin bunlara uyması ve bunları ihlal etmemesi zorunluluğunu içeren haklardır. Nisbî haklar, mutlak haklardan farklı olarak herkese karşı değil, ancak belli kişilere karşı ileri sürülebilen haklardır.
•Bir hakkın, bir hak süjesine (kişiye) bağlanmasına, böylece o hakkın sahibi durumuna gelmesine hakkın kazanılması (iktisabı); hakkın sahibinden ayrılıp onun malvarlığı veya şahıs varlığı çevresinden çıkmasına ise hakkın kaybı denir. Hakların kazanılmasına veya kaybına sebep olan etkenler ya bir hukukî olay, ya bir hukukî fiil ya da bir hukukî işlemdir.
•Haklar, aslen, devren ya da tesisen olmak üzere başlıca üç şekilde kazanılır. Hakların kaybedilmesi bakımından mutlak kayıp-nisbî kayıp ayrımı yapılır. Hak sahibinin hakkını bilerek ve isteyerek sona erdirip erdirmemesi bakımından da iradî kayıp- irade dışı kayıp şeklinde bir ayrım da yapılmaktadır.
•İyi niyet, hâlin gerektirdiği özeni göstermiş olmasına rağmen bir hakkın kazanılmasına veya diğer bir hukukîsonucun meydana gelmesine engel olan bir eksikliği ya da olguyu bilmemek ya da bilebilecek durumda olmamaktır. İyi niyet hakların kazanılmasında önemli rol oynayabilir.
•Türk Medeni Kanunu “herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır” hükmünü içermekte, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağını belirtmektedir.
•Kişinin hakkının ihlal edilmesi durumunda hakkın korunması zorunluluğu doğar. Hakların korunmasında kural devlet eliyle korunma olmakla birlikte istisnai olarak kişinin kendi eliyle hakkını korumasına izin verilen durumlar vardır.
•Hakkın sağladığı talep yetkisinin yargı organı aracılığıyla kullanılması dava açmak şeklinde karşımıza çıkar. Medeni hukukla ilgili davalar, eda davası, tespit davası ve yenilik doğuran (inşaî) dava olmak üzere üç kategoride ele alınmaktadır.
•Davada davacının hakkına temel olarak ileri sürdüğü olgu ve olaylara iddia, davalının buna mukabil ileri sürdüğü olgu ve olaylara ise savunma denir. Davada inkâr, itiraz, def’î gibi savunma vasıtaları mevcuttur. Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.
•Dava sonucunda verilen hükmün gereğini yerine getirmeye rızasıyla yanaşmaması hâlinde ilgili hakkında devletin yetkili organları (icra ve iflas daireleri) aracılığıyla cebrî icra (zorla yerine getirme) yoluna başvurulur.

Unıt4
GİRİŞ
HUKUKİ OLAY KAVRAMI
Kendisine hukuki sonuçlar bağlanan olaylar, hukuki olaylar olarak nitelendirilir.
HUKUKİ FİİL KAVRAMI
İnsan fiillerinden oluşan hukuki olaylara, hukukta, hukuki fiiller denmektedir. Bir başka deyişle hukuki fiiller dendiğinde kişilerin, kendisine hukuki sonuç bağlanmış bulunan fiilleri anlaşılmaktadır.
HAKSIZ FİİLLER

· Hukuka ayk1r1l1k
· Zarar
· Kusur ve nihayet
· Nedensellik bağı.
Hukuka Aykırılık Unsuru
Bir olayda haksız fiilin varlığından söz edebilmek için, görüldüğü gibi, hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar vermek gerekir.
Hukuka aykırılığı kaldıran hâller
Kamu hukukuna dayanan bir yetkinin kullanılması
Türk Ceza Kanunu m. 256: “Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması hâlinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır”.
Bazen kamu hukukundan doğan bir yetkinin kullanılması bir başkasının şahsına ya da mal varlığına verilen bir zararın hukuka aykırı görülmemesine neden olabilir. Ancak böyle bir fiil kendisine verilen kanuni yetkileri kullanan bir polis tarafından işlenirse fiil hukuka aykırı görülmeyebilecektir.
Zarar görenin rızası
Zarar gören, kendisine zarar veren fiile rıza göstermiş de olabilir. Zarar görenin rızasının hukuka aykırılığı ortadan kaldırması için o fiile rıza gösterilmesini hukuk düzeninin caiz görmesi de gerekir. Aksi takdirde gösterilen rıza, fiili haksız fiil olmaktan çıkarmaz. Örneğin, hukukumuzda yazılı rıza üzerine insan kökenli biyolojik maddelerin alınması, aşılanması ve nakli mümkündür (TMK m. 23/III). Ancak bir kimsenin kendi yaşamına son verecek bir organının nakline gösterdiği rıza bir anlam taşımaz.
Haklı Savunma
Haklı savunmada kişi kendisinin ya da bir başkasının şahsına ya da mallarına yönelik bir saldırıya karşı koymaktadır.
Türk Ceza Kanunu m. 25(1): “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez”.
Türk Ceza Kanunu m. 27(2): “Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez”.
Zorda kalma (ıztırar) hâli
Bazen öyle durumlar olabilir ki bir kimse karşılaştığı bir tehlikeden kurtulmak için bir başkasının mallarına zarar vermek zorunda kalabilir. Örneğin heyelan tehlikesi karşısında bir kimsenin aracıyla bir başkasının arsasına girmesi ve sonuçta çiti kırması ve ürünleri ezmesi dolayısıyla ona zarar vermesi hâli böyledir. Kişi zorda kaldı diye bir başkasının şahsına zarar veremez. Örneğin, teknenin batmasını, bu nedenle ailesinin boğulmasını önlemek için bir kimsenin bir başkasını tekneden atması kesinlikle haksız fiildir ve zorda kalma iddiası ile sorumluluktan kurtulunamaz.
Hakkını korumak için kuvvet kullanma
BK m. 64/III’te, kişinin hakkını korumak için hangi durumlarda kuvvet kullanabileceği düzenlenmiştir. Buna göre, hakkını kendi gücüyle koruma durumunda kalan kişi, durum ve koşullara göre o sırada kolluk gücünün yardımını zamanında sağlayamayacak ise ve hakkının kayba uğramasını ya da kullanılmasının önemli ölçüde zorlaşmasını önleyecek başka bir yol da yoksa verdiği zarardan sorumlu tutulamaz.
Üstün nitelikte özel ya da kamusal yarar
Bazen bir başkasının haklarını ihlal eden, kişiliğine saldırı niteliği taşıyan bir fiil, buna göre korunmaya daha çok değer üstün bir özel ya da kamusal yarar gereği gerçekleşmiş olabilir. Bu gibi durumlarda fiil hukuka aykırı sayılmaz (BK m. 63/II). Nitekim kişiliğin saldırılara karşı korunması ile ilgili TMK m. 24/II’de de, kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırının hukuka aykırı olduğu düzenlenmiştir.
Zarar Unsuru
Haksız fiilin unsurlarından bir diğeri haksız fiilden dolayı bir kişinin mal varlığında rızası dışında bir azalmanın meydana gelmiş olmasıdır.
Fiilî zarar, mal varlığının aktifinde bir azalma ya da pasifinde bir çoğalma meydana getiren zarardır. Bir kişinin maruz kaldığı haksız fiilden dolayı hastanede gördüğü tedavi gideri, otomobilinin yanmasından dolayı uğradığı kayıp fiilî zarara örnektir.
Kârdan yoksun kalma ise haksız fiilden dolayı kişinin elde edebileceği bir kârı elde edememesini ifade eder. Hastanede tedavi gören kişinin bu arada çalışamamış olmasından ya da önceden öğrenci servis aracı olarak kullandığı yanan minibüsünü artık işletememesinden doğan zararlar böyledir.
Maddi zararın hesaplanmasında, hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler (BK m. 51/I). Maddi zarar aynen ya da para ile tazmin edilebilir.
Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle;
· Cenaze giderlerini
· Ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıpları ve
· Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıpları kapsar. İşte ölüm hâlinde ölenin maddi desteğinden yoksun kalanlara, örneğin, eşine, çocuklarına vb.lerine böyle bir tazminat ödenmektedir ki bu tazminata destekten yoksun kalma tazminatı denmektedir.
Zarar görenin ölümüyle sonuçlanmayan ancak bedensel bir zararın söz konusu olduğu durumlarda ise özellikle şunlar bu zarar kapsamında değerlendirilir:
· Tedavi giderleri
· Kazanç kaybı
· Çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar
· Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar.
Kusur Unsuru
Kastın varlığından söz edebilmek için failin hukuka aykırı sonucun farkında olması (onu tasavvur etmesi, bilmesi) ve bunu istemesi gerekir.
İhmal hâlinde ise kişi hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte, öyle dikkatsiz davranmaktadır ki bir başkasının zarar görmesine neden olmaktadır. İhmal, ağır ve hafif olmak üzere ikiye ayrılır. Belirli bir olayda normal bir insanın yani herkesin göstereceği dikkat ve özeni göstermeyen kişi ağır ihmal ile hareket etmiş olur. Örneğin, kırmızı ışıkta geçerek kaza olmasına neden olan kişinin ağır ihmali vardır. Belirli bir olayda dikkatli ve tedbirli insanların göstereceği dikkat ve özeni göstermemek ise hafif ihmal olarak değerlendirilir.
Kusursuz sorumluluk hâlleri
BK’da “Kusursuz Sorumluluk” başlığı altında;
· Ayırt etme gücünden yoksun olanların sorumluluğu
· Adam çalıştıranın sorumluluğu
· Hayvan bulunduranın sorumluluğu
· Yapı malikinin sorumluluğu
· Tehlike sorumluluğu düzenlenmiştir.
Ayırt etme gücünden yoksun olanların (hakkaniyet) sorumluluğu
Ancak ayırt etme gücüne sahip olmayan zengin bir kişinin gelir düzeyi düşük bir esnafın iş yerini yakması gibi durumlarda zarar gören kişiyi korumak adalete daha uygun olabilir. Bu nedenle BK m. 65’te; hakkaniyet gerektiriyorsa; hâkimin, ayırt etme gücü bulunmayan kişinin verdiği zararın (tamamen veya kısmen) giderilmesine karar vereceği düzenlenmiştir. Ayırt etme gücünü, sarhoş olmak, uyuşturucu kullanmak gibi kendi fiilleriyle geçici olarak kaybeden kişi ise bu sırada verdiği zararları gidermekle yükümlüdür.
Adam çalıştıranın sorumluluğu
Adam çalıştıran, çalışanın kendisine verilen işin yapılması sırasında başkalarına verdiği zararı gidermekle yükümlüdür
Hayvan bulunduranın sorumluluğu
Bir hayvanın bakımını ve yönetimini sürekli veya geçici olarak üstlenen kişi, hayvanın başkalarına verdiği zararı gidermekle yükümlüdür
Yapı malikinin sorumluluğu
Bir binanın veya köprü, bahçe duvarı vb. diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür
Tehlike sorumluluğu
Önemli ölçüde tehlike arz eden bir işletmenin faaliyetinden zarar doğduğu takdirde, bu zarardan işletme sahibi ve varsa işleten zincirleme (müteselsilen) sorumlu olur.
Nedensellik bağının varlığı
Türk hukukunda nedensellik bağının belirlenmesinde, uygun nedensellik bağı denen teori benimsenmiştir. Bu teoriye göre, bir fiille zarar arasında neden-sonuç ilişkisinin varlığının kabulü için günlük hayat tecrübelerine ve olayların normal akışına göre o fiilin böyle bir zararı doğurabilecek olması gerekir. Bu teori sayesinde, bir bıçakla bir başkasını yaralayan kişi yaptığı haksız fiilden sorumlu olur. Ancak bıçağı imal eden firma haksız fiilden sorumlu olmaz. Zira imal fiili değil, bıçaklama fiili bedensel zarara neden olmuştur.
HUKUKİ İŞLEMLER
Hepimiz günlük yaşamımızda kahvaltı için bir şeyler almaya, işe gitmek için bir toplu taşıma aracını kullanmaya ihtiyaç duyarız. Bu ve bunlardan çok önemli çeşitli işlemlerde bulunmak, isteklerimizi gerçekleştirmek için bu yönde irademizi ortaya koymamız, açıklamalarda bulunmamız gerekir. İşte kişilerin hukuk düzeninde etkili, hukuki sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamalarına hukuki işlem denir.

· Tek tarafl1 ve çok tarafl1 hukuki i_lemler
· Karşılıklı ve karşılıksız hukuki işlemler
· Borçlandırıcı işlemler ve tasarruf işlemleri
· Sağlararası ve ölüme bağlı işlemler.
Tek Taraflı ve Çok Taraflı Hukuki İşlemler
Bazı hukuki işlemler için bir kişinin iradesini açıklamış olması yeterlidir. Bu irade açıklamasında bulunulması ile hukuki sonuç doğar. İşte yalnız bir tarafın irade açıklaması ile hukuki sonuç doğuran hukuki işlemlere tek taraflı hukuki işlemler denir. Örneğin vasiyet böyledir. Mirasın reddi, takas açıklaması ve mülkiyet hakkından vazgeçme de tek taraflı hukuki işlemlerdir.
Bazı hukuki işlemlerin gerçekleşmesi için ise tek tarafın o yöndeki irade açıklamasını ortaya koyması yeterli olmaz. Başkalarının da irade açıklamasında bulunması gerekir. Bundan dolayı birden fazla kişinin irade açıklaması ile hukuki sonuç doğuran hukuki işlemlere çok taraflı hukuki işlemler denir. Çok taraflı hukuki işlemler, sözleşmeler ve kararlar olmak üzere ikiye ayrılır.
Tek taraflı sözleşmeler, taraflardan yalnız birinin borç altına girdiği sözleşmelerdir. Tek taraflı sözleşmelerin en bilinen örneği bağışlamadır.
İki taraflı sözleşmelerde ise sözleşmenin her iki tarafı da borç altına girer. Kira sözleşmesi böyledir.
Kararlar, sözleşmelerden farklı olarak tarafların karşılıklı irade açıklamalarında bulunmadığı çok taraflı hukuki işlemlerdir. Kararlarda, kanunların öngördüğü durumlarda, birden çok kişi belirli bir konuda irade açıklamasında bulunarak soruna bir çözüm bulmaya çalışmaktadırlar. Örneğin, bir derneğin üyelerinden oluşan genel kurulu toplanarak, bir ilde temsilcilik açıp açmamak konusunda karar vermektedir. Ayrıca sözleşmelerde irade açıklamaları birbirine uygun olmazsa hukuki sonuç doğmaz. Yani iki tarafın irade açıklamaları sözleşme koşulları üzerinde birbiriyle uyuşmuş olmalıdır.
Karşılıklı ve Karşılıksız Hukuki İşlemler
Bir hukuki işlem sonucu kişi, elde ettiği çıkara karşılık bir borç altına da giriyorsa karşılıklı hukuki işlemin varlığından söz edilir. Eğer böyle olmuyor, kişi hukuki işlem sonucu elde ettiği çıkara karşılık herhangi bir borç altına girmiyorsa karşılıksız hukuki işlemlerden söz edilir. Karşılıklı-karşılıksız hukuki işlem yerine ivazlı-ivazsız hukuki işlem dendiği de görülmektedir.
Borçlandırıcı İşlemler ve Tasarruf İşlemleri
Kişi satım sözleşmesi gibi bir sözleşme yaptığı zaman, belli bir para ödeyerek bir şeyi satın almak konusunda bir diğeri ile anlaşmaktadır. Örneğin, S’nin televizyonunu A’ya 400 TL’ye satacağı konusunda taraflar anlaşmışlardır. Ne var ki hukukumuzda sırf sözleşmenin yapılması, televizyonun mülkiyetinin S’den A’ya geçmesini sağlamaz. Sadece S’ye, televizyonun mülkiyetini A’ya geçirme borcu yükler. İşte, tarafları belli bir borç altına sokan işlemlere borçlandırıcı işlemler denmektedir. Görüldüğü gibi borçlandırıcı işlem borç altına giren tarafın mal varlığının pasifinde bir çoğalma meydana getirmektedir. Ancak bir hakka (örneğin, televizyonun üzerindeki mülkiyetin hakkına) doğrudan doğruya tesir etmemekte, onun başkasına devri sonucunu doğurmamaktadır.
Sağlararası ve Ölüme Bağlı İşlemler
Kişilerin hukuki işlemlerinin tamamı, onların sağlığında sonuç doğurmaya yönelmemiştir. Gerçekten kişiler bazen ölümlerinden sonra sonuç doğuracak işlemler yapmaya da ihtiyaç duyarlar. İşte işlem yapanların sağlığında hukuki sonuçlarını doğuran işlemlere sağlararası hukuki işlemler, işlem yapanların ölümünden sonra sonuçlarını doğuran işlemlere ise ölüme bağlı işlemler adı verilir. Örneğin vasiyet, vasiyette bulunanın ölümünden sonra hukuki sonuçlarını doğurur. Bu nedenle ölüme bağlı bir işlemdir. Bir kira sözleşmesi ise sonuçlarını taraflar sağken doğurur. Bu nedenle sağlararası işlem niteliğindedir.

Özet

•Kendisine hukuki sonuçlar bağlanan olaylara, hukuki olaylar denir. Hukuki olaylar insan fiillerinden ve doğa olaylarından oluşmaktadır. İnsan fiillerinden oluşan hukuki olaylara, hukuki fiiller denmektedir.
•Hukuki fiiller, hukuka uygun ve hukuka aykırı filler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hukuka aykırı fiiller, haksız fiiller ve borca aykırı davranışlardan oluşur. Hukuka uygun fiiller kategorisinde ise en önemli yeri hukuki işlemler tutar.
•Haksız fiillerde, hukuka aykırı bir fiille bir başkasının şahsına ya da mal varlığına bir zarar verilmektedir. Bu nedenle bir fiilin haksız fiil olduğundan söz edebilmek için; hukuka aykırılık, zarar, kusur ve nedensellik bağı olmak üzere dört unsurun bir arada bulunması gerekir.
•Bir fiil bir başkasına zarar verse de eğer o fiilin hukuka aykırılığını kaldıran bir neden varsa kural olarak zarar görene bir tazminat ödenmesi gerekmez. Kamu hukukuna dayanan bir yetkinin kullanılması, zarar görenin rızasının varlığı ve haklı savunma, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerdendir. Bunun gibi zorda kalma hâlinde, hakkını korumak için kuvvet kullanmada ve üstün nitelikteki bir kamusal ya da özel yarar nedeniyle bir başkasına zarar verildiği durumlarda da hukuka aykırılığı kaldıran bir nedenin varlığı kabul edilmektedir.
•Haksız fiilin unsurlarından bir diğeri haksız fiilden dolayı bir kişinin mal varlığında rızası dışında bir azalmanın meydana gelmiş olmasıdır. Yani haksız fiile uğrayan kişi zarar görmüş olmalıdır. Bu anlamdaki maddi zarar fiilî zarar ile kârdan yoksun kalmayı kapsar.
•Hukukumuzda haksız fiil sorumluluğu için zarar verenin, kural olarak kusurlu olması da gerekir. Yani haksız fiil sorumluluğunda kusur sorumluluğu esastır. Kusur ise kast ve ihmal olmak üzere ikiye ayrılır. İhmal de kendi içinde ağır ve hafif ihmal olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bazı hâllerde ise hukukumuzda kusursuz sorumluluk esası benimsenmiştir.
•Haksız fiilin son unsuru, failin fiili ile zarar arasında bir nedensellik (illiyet) bağının, neden-sonuç ilişkisinin varlığıdır. Yani zarar, onun fiili sonucunda doğmuş olmalıdır ki faile zararı tazmin yükümlülüğü yüklenebilsin.
•Hukuki işlemlere gelince, bunlar kişlerin hukuki sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamalarıdır. Hukuki işlemler kendi aralarında; -tek taraflı ve çok taraflı hukuki işlemler, -karşılıklı ve karşılıksız hukuki işlemler, -borçlandırıcı işlemler ve tasarruf işlemleri ve -sağlararası ve ölüme bağlı işlemler olmak üzere çeşitli şekillerde sınıflandırılabilmektedir.

Unıt5
 HUKUKUN SİSTEMİ
Belirli bir bilim dalı içinde birbirleriyle ilişkili bilgilerin metodik bir biçimde düzenlenmesine veya sınıflandırılmasına bilim dilinde “sistem” denilmektedir
Menfaat ölçütüne göre bir hukuk kuralı kamunun, devletin ve toplumun yararını gözetiyorsa kamu hukukuna, kişisel menfaatleri koruyorsa özel hukuka ilişkindir.
Egemenlik ölçütüne göre bir hukukî ilişkinin taraflarından birisi veya her ikisi devletin egemenlik hakkına dayanıyorsa kamu hukuku ilişkisi söz konusu olur. Her iki taraf da devlet veya devlet adına egemenlik yetkisi kullanan kişi değilse, biri diğeri üzerinde kamu gücüne dayanarak buyurma imkânına sahip değilse taraflar arasında egemenlik ilişkisi yoktur ve bu durumda ortada bir özel hukuk ilişkisi vardır.
İrade özgürlüğü kıstasına göre hukukî ilişkinin tarafları serbest iradeleriyle hukukî işlemler yapabiliyor, aralarındaki hukukî ilişkileri ve bunun sonuçlarını serbestçe belirleyebiliyorlarsa bir özel hukuk ilişkisi vardır. Hukukî ilişkiyi düzenleyen kural, tarafların özgür iradeleriyle aksini kararlaştırmaları mümkün olmayan emredici nitelikte ise bir kamu hukuku ilişkisi söz konusudur.
Eşitlik ölçütü, hukukî ilişinin tarafları arasında birbirlerine üstünlük bulunmuyorsa bu ilişkinin özel hukuka, taraflardan biri diğerine üstün ise kamu hukukuna ait olduğunu ileri sürer.
KAMU HUKUKUNUN DALLARI
Toplumun siyasî örgütlenmesi olarak devletin millet ya da halk denilen insan topluluğu, ülke denilen belirli bir coğrafî alan (toprak parçası), egemenlik ya da hâkimiyet denilen siyasal güç (iktidar) olmak üzere üç unsuru bulunmaktadır.
Genel Kamu Hukuku
Daha çok teorik bir inceleme disiplini olarak devletin oluşumunu, devlet iktidarının kaynağını, devleti meydana getiren unsurları, devlet otoritesi karşısında bireylerin hak ve özgürlüklerini, devletin işlevlerini hukuk, felsefe, tarih ve sosyoloji yönünden ele alır
Anayasa Hukuku
Anayasa, devletin yapısı, organları, organların işleyişi ve birbirleriyle ilişkileri, iktidarın el değiştirmesi, siyasal iktidarın sınırlandırılması ve bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması konularını düzenleyen hukukî ve siyasî belgedir.
İdare Hukuku
Kamu hukukunun genç bir dalı olarak idare hukuku, devlet idaresinin kuruluşu ve işleyişine dair ilke ve esasları, kişilerin idare ile olan ilişkileri, kamu hizmeti ve kolluk gibi idari faaliyetleri konu edinir.
Ceza Hukuku
Ceza hukuku, haksızlık teşkil eden insan davranışlarından hangisinin suç olarak tanımlanması gerektiğini ve bu davranışlar karşısında ne tür yaptırımların uygulanacağını belirleyen kamu hukuku dalıdır.
Öncelikle geniş anlamda ceza hukuku maddi ceza hukuku ve biçimsel (şeklî) ceza hukuku (ceza muhakemesi hukuku) şeklinde bir ayrıma tabi tutulmaktadır
Suçun yapısal unsurları, sorumluluk için aranan koşulları, suç dolayısıyla uygulanması gereken yaptırımları, kanunlarda yer alan suç tanımları ile ilgili açıklama ve değerlendirmeleri konu edinen kısma maddi ceza hukuku denir. Bir suçun belirli kişilerce işlenip işlenmediğine ilişkin maddi gerçeğin araştırılması sürecinde uyulması gereken kurallar ve sürece katılan kişilerin hakları, görev ve yetkilerinin incelendiği kısma ise ceza muhakemesi hukuku adı verilir3. Dar anlamda ceza hukuku ise maddi anlamda ceza hukukunu ifade eder ki bu da kendi arasında genel hükümler ve özel hükümler olarak ikiye ayrılır.
Vergi Hukuku
Vergi hukuku ise “vergi ödevinin niteliğine, vergi borcunun doğması ve ortadan kalkmasına ilişkin maddi ve şekli hukuk kuralları bütünü” olarak tanımlanmaktadır
Milletlerarası Hukuk (Devletler Umumî Hukuku)
Uluslararası hukuk, devletler umumî hukuku, uluslararası kamu hukuku gibi kavram işaretleriyle de adlandırılan milletlerarası hukuk, “uluslararası toplum üyeleri arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk kuralları bütünü” şeklinde tanımlanır
ÖZEL HUKUKUN DALLARI
Medeni Hukuk
Medeni hukuk, özel hukukun en geniş bölümünü oluşturan bilim dalıdır. Şöyle ki, insanın doğumuyla gerçek kişilik başlar. Dünyaya gelen bir insanın hayatının ilerleyen safhalarında yaşayabileceği nişanlanma, evlenme, boşanma, mal-mülk edinme, vasiyetname düzenleme, nihayet ölüm ve mirasın paylaşılması gibi konuların tamamı medeni hukukun inceleme alanına dâhildir.
Medeni hukukun kişiliğin başlangıcı, sona ermesi, korunması, kişinin ehliyetleri gibi gerçek ve tüzel kişilerin şahsî durumları ile ilgili kısımları konu edinen bölümüne “kişiler hukuku” denilmektedir
Ailenin kurulması ve ailevi ilişkiler, nişanlanma, evlenme, boşanma, velayet, vesayet, mal rejimleri gibi konuları ele alan medeni hukuk kısmına ise “aile hukuku” adı verilir. Medeni Kanunun üçüncü kitabı olan “Miras Hukuku” ise mirasçılar, mirasın geçmesi, vasiyetname ve miras sözleşmesi gibi ölüme bağlı tasarrufları konu edinir. “Eşya Hukuku” başlıklı dördüncü kitap ise mülkiyet, zilyetlik, tapu sicili gibi hususları düzenlemektedir.
Türk Medeni Kanunundan ayrı bir kanuna (Borçlar Kanununa) sahip olan borçlar hukuku da öğretide medeni hukukun bir alt dalı ve onun tamamlayıcısı olarak kabul edilir. Alacaklı, borçlu ve alacaklının borçludan talep edeceği şey olan edim, borç ilişkisini oluşturur. Borçlar hukukunun da genel hükümler ve özel hükümler olmak üzere iki kısmı vardır. Genel hükümlerde borçlar hukukuna hâkim olan ilkeler, borç ilişkisinin doğması, hükümleri ve sona ermesi gibi konular ele alınır. Borçlar hukukunun özel hükümleri ise satım, kira, vekâlet, kefalet gibi çeşitli sözleşme türlerini inceler.
Ticaret Hukuku
İnsanlar arasında mübadele yolu ile alışveriş yapılması olarak tanımlanan ticaret, insanlık tarihi kadar eski bir faaliyet alanını oluşturur.
Ticaret hukuku, kendi içinde ticari işletme hukuku, kıymetli evrak hukuku, şirketler hukuku, deniz ticareti hukuku, sigorta hukuku, taşıma hukuku gibi alt dallara ayrılır. Bununla birlikte fikri haklar hukuku, rekabet hukuku, bankacılık hukuku, sermaye piyasası hukuku gibi yeni gelişen ticaret hukuku dallarından da bahsetmek mümkündür.
Milletlerarası Özel Hukuk (Devletler Hususi Hukuku)
Milletlerarası özel hukukun konusunu yabancılık unsuru içeren işlem veya ilişkilerden doğan uyuşmazlıklar oluşturmaktadır. Yabancılık unsuru içeren işlem veya ilişkiden bahsedilebilmesi ise, o işlem veya ilişkinin taraflarının (vatandaşlık, yerleşim yeri gibi) veya konusunun (sözleşme konusunu oluşturan malların yabancı ülkede olması gibi) yabancı bir ülkeyle irtibatlı olmasına bağlıdır
Birleşmiş Milletler tarafından 1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 15. maddesinden hareketle vatandaşlık hukukunda belirli ilkelerin kabul edildiğini söylememiz mümkündür. Bu hususta kabul edilen ilkeler üç başlık altında toplanabilir:
1- Her kişinin vatandaşlığının olması
2- Her kişinin yalnız tek bir vatandaşlığının olması
3- Kişinin uyrukluğunu seçmede ve değiştirmede özgür olması.
Devletler Hukuku Enstitüsü’nün 1982 tarihindeki Cenevre Toplantısı’nda yabancı kavramı şu şekilde tanımlanmıştır: “Yabancı, bir devletin ülkesinde bulunup da o devletin vatandaşlığını iddiaya hakkı olmayan kimsedir.”. Söz konusu tanıma göre belirli bir kişinin yabancı olup olmadığı belirlenirken, kişinin psikolojik, kültürel ve sosyolojik bağımlılığı değil de devletle arasındaki vatandaşlığa ilişkin hukukî bağın dikkate alındığını söyleyebiliriz.
Yabancılar hukukunun yabancılara ilişkin olarak ele aldığı konuları üç başlıkta toplamak mümkündür:
1- Yabancıların devletin ülkesine girmesine ilişkin usul ve esasların düzenlenmesi
2- Ülkeye girmeye hak kazanan yabancıların ülke içinde bulundukları süre müddetince hangi haklardan ne ölçüde yararlanacaklarının düzenlenmesi

3- Yabancıların kendi istekleriyle veya istekleri dışında çıkarılmalarının düzenlenmesi.

Kanunlar ihtilafı kurallarının niteliğine bakıldığında bağlama konusu ve bağlama noktası olmak üzere iki unsurdan oluştuğu görülmektedir. Bağlama konusu, bir kanunlar ihtilafı kuralının düzenlediği hayat ilişkisini (ehliyet, haksız fiil, evlenme, nesep, miras gibi) ifade eder. Bağlama noktası ise bağlama konusunun belirli bir hukuk nizamına tabi tutulmasında nazara alınan olguyu (vatandaşlık, yerleşim yeri, mutad mesken gibi) ifade etmektedir. Buna göre; “Hak ve fiil ehliyeti, ilgilinin millî hukukuna tabidir.” şeklindeki bir kanunlar ihtilafı kuralında hak ve fiil ehliyetini bağlama konusu; vatandaşlığı ise bağlama noktası olarak kabul etmek gerekmektedir.
Medeni Usul Hukuku
Medeni usul hukuku, özel hukuk alanında ortaya çıkan hukukî uyuşmazlıkların yargısal sürecini konu edinir. Bir özel hukuk uyuşmazlığının neredeki, hangi tür mahkemede görüleceği, hangi süreler içerisinde dava açılacağı ve bu davaya cevap verilebileceği, hâkimin davaya bakamayacağı veya reddedilebileceği hâller, dava çeşitleri, deliller, davada başvurulabilecek savunma yolları ve ispat vasıtaları, mahkeme kararlarına karşı gidilebilecek kanun yolları gibi özel hukuk davalarına ilişkin prosedür, medeni usul hukukunun inceleme alanına dahildir.
İcra ve İflas Hukuku
İcra ve iflas hukuku borçların ve diğer edimlerin ilgilisi tarafından kendiliğinden yerine getirilmemesi hâlinde devletin ilgili birimleri aracılığıyla zorla yerine getirilmesini sağlamada uygulanan hukuk kurallarının bütününü ifade etmektedir.
KARMA HUKUK DALLARI
Kamu hukuku-özel hukuk ayrımının yetersizliği, hukukî ilişkilerin giderek karmaşıklaşması, devletin çeşitli mülahazalarla bazı özel hukuk alanlarına müdahalesi gibi etkenler, geleneksel kamu hukuku ve özel hukuk ayrımının yanında karma hukuk dalları olarak nitelendirilen yeni bir kategorinin kabulüne de sebep olmuştur.
İş Hukuku
İş hukuku, çalışma hayatına dair ilişkileri düzenleyen hukuk kurallarını içerir. Ancak bir iş sözleşmesi ile bir işverene bağımlı olarak çalışan kişilerin hukuku, iş hukukunun ilgi alanına girer.
Sosyal Güvenlik Hukuku
Sosyal güvenlik hukuku, sosyal risklere karşı sosyal sigortalar, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetleri kapsayan sistemi kendisine konu edinen bir hukuk dalıdır.
Fikrî Haklar Hukuku
Fikir ve sanat eserleri hukuku, fikrî mülkiyet hukuku olarak da isimlendirilen fikrî haklar hukuku, eser sahiplerinin bu eserler üzerindeki haklarını konu edinir. Bir yazarın romanı, bir şairin şiir kitabı, bir ressamın yaptığı tablo üzerinde korunmaya değer bir hakkı (telif hakkı) vardır.
Çevre Hukuku
Özellikle sanayileşme ve teknolojik gelişmeler, başta çevre kirliliği olmak üzere çeşitli çevre sorunlarına yol açmakta, doğal çevredeki dengenin bozulmasından en çok yine o dengeyi bozan insan etkilenmektedir. Doğal ve suni çevreyi oluşturan ögelerin korunması ve geliştirilmesi ile ilgili hukukî tedbirlere başvurulması ve bunlara uyulması amacıyla yapılan düzenlemelerin oluşturduğu çevre hukuku genç bir hukuk dalıdır.
Kitle İletişim Hukuku
Haber, duygu ve düşüncelerin gazete, dergi, radyo, televizyon, internet gibi kitle iletişim araçları ile aktarılması sonucunda kamuoyunun oluşmasına katkıda bulunulur.
Banka Hukuku
Bakanlar Kurulu izniyle anonim şirket şeklinde kurulan bir ticari işletme olan banka ve onun hukukî işlemlerini düzenleyen banka hukuku, başta ticaret hukuku olmak üzere büyük ölçüde özel hukukla ilgili olmakla ve ticaret hukukunun yeni bir alt dalı olarak kabul edilmekle birlikte bankaların kuruluşuna, işleyişine ve faaliyetlerine devletin geniş müdahale imkânı ve denetim yetkisi bulunmaktadır.
Tüketici Hukuku
İlgi alanı itibarıyla borçlar hukuku ve ticaret hukukuyla yakından ilişkili olan tüketici hukuku tüketicileri özel olarak korumayı hedefleyen sosyal bir hukuk dalıdır.
Sermaye Piyasası Hukuku
Sermaye piyasası hukuku, hisse senetleri, tahviller, varlığa dayalı menkul kıymetler gibi sermaye piyasası araçları, bu araçların alınıp satılmasına aracılık veya danışmanlık yapan sermaye piyasası kurumları ile borsaları düzenleyen bir hukuk dalıdır.

Rekabet Hukuku
Rekabet hukuku, “iktisadî etkinliği sağlamak, mal ve hizmet piyasalarındaki serbest rekabet düzenini oluşturmak ve korumak amacıyla rekabet ihlâllerine engel olmak, rekabet ihlâllerini ortadan kaldırmak için düzenleyici, denetleyici ve yasaklayıcı normları içeren hukuk dalı” biçiminde tanımlanmaktadır
Toprak Hukuku
Tarım topraklarının hukukî durumlarını, dağıtımlarını ve işletilmelerini düzenleyen hukuk dalı olarak tanımlanan toprak hukuku büyük ölçüde medeni hukukla ilgili olmakla birlikte sosyal ve ekonomik önemi dolayısıyla farklı ve özel düzenlemelere de sahiptir.
Maden Hukuku
Madenlerin ve taş ocaklarının zilyetlik, mülkiyet ve işletme haklarını düzenleyen hukuk kuralları ve bu kuralların dayandığı esasları konu edinen hukuk dalı maden hukukudur. Maden hukuku, önceleri madenlerin taşınmaz mal, çıkarıldıktan sonra da taşınır mal olarak görülmesinden dolayı medeni hukuk kuralları çerçevesinde ele alınmıştır. Maden hukukunun iş hukuku, borçlar hukuku, icra hukuku gibi birçok hukuk dalı ile ilgili yönü bulunmaktadır
Hava Hukuku
Hava hukuku, özellikle 20. yüzyılın başlangıcında havacılık faaliyetlerinin yaygınlaşması ile doğup gelişen genç bir hukuk dalı olup havacılık faaliyetlerinin ortaya çıkardığı ilişkileri düzenlemek üzere, özel surette konmuş hukuk kurallarının tümünü ifade eder
Özet
•Hukuk, Roma hukuku döneminden beri kamu hukuku-özel hukuk ayrımına tabi tutulmaktadır. Bu ayrımı benimsemeyenler ve eleştirenler bulunmakla birlikte söz konusu ayrım önemini bir ölçüde korumaya devam etmektedir. Bu ayrıma göre kamu hukuku devlet ve kamu kuruluşlarının örgütlenmeleri, kamu hizmeti gördükleri sırada işleyişlerini ve bu sıfatla diğer kişilerle olan ilişkilerini düzenlerken özel hukuk kamu hukukunun aksine, eşit statüde olan kişiler arasındaki hukukî ilişkileri düzenler. Bu ayrımın çeşitli ölçütleri bulunmakta, bu ölçütlerin yeterliliği noktasında getirilen eleştiriler çeşitli yönlerden haklılık payı taşımaktadır. Bu yetersizliğin bir sonucu olarak karma hukuk dalları denilen üçüncü bir kategorinin varlığı kabul edilir olmuştur.
•Genel kamu hukuku, anayasa hukuku, idare hukuku, ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukuku, milletlerarası hukuk (devletler umumî hukuku) ve vergi hukuku kamu hukukuna dâhilken; medeni hukuk, ticaret hukuku, milletlerarası özel hukuk (devletler hususi hukuku) ise özel hukukun başlıca dalları arasında yer almaktadır. Karma hukuk dalları arasında iş hukuku, fikrî hukuk, çevre hukuku, kitle iletişim hukuku, Avrupa Birliği hukuku, banka hukuku, tüketici hukuku, sermaye piyasası hukuku, rekabet hukuku, toprak hukuku, maden hukuku, noterlik hukuku, hava hukuku sayılabilir.


Unıt6
 ANAYASA HUKUKU
Anayasalar hem devletin yasama, yürütme ve yargılama temel işlevlerini nasıl yerine getireceğini, yani yönetimin kuruluşunu hem de insanların sahip oldukları temel hak ve özgürlükleri düzenleyen, ülke içindeki en üstün hukuk kurallarıdırlar. Ayrıca hukuk düzeni içinde yer alan bütün diğer hukuki düzenlemeler (kanun, kanun hükmünde kararname (KHK), tüzük, yönetmelik vb.) anayasaya uygun olmak zorundadırlar.
ANAYASA KAVRAMI VE ANAYASA HUKUKU
Anayasa Kavramı
Geniş anlamıyla anayasa, bir devletin temel teşkilatlanmasını ve bu teşkilatlanmayı düzenleyen kurallar bütününü ifade eder. Dar anlamıyla anayasa ise bu kuralların anayasa adı verilen resmî bir metin (bu birden fazla metin de olabilir) hâlinde toplanmasını ifade eder. 1876 tarihli ilk anayasamızın adı Kanun-u Esasî, 1921 ve 1924 Anayasalarının adı ise Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu idi.
Anayasa Hukukunun Konusu
Bir ülkede yönetimin üç temel görünümü söz konusudur. Bunlar aynı zamanda devletin hukuki işlevleri olup yasama, yürütme ve yargı(lama)dır. İşte anayasalar bunların oluşumunu, yetki sınırlarını ve birbirleri arasındaki ilişkileri düzenler. Yasama, yürütme ve yargının düzenlenme biçimi, aynı zamanda bir ülkedeki hükûmet sisteminin de ne olduğunu bize gösterir.
OSMANLI-TÜRK ANAYASALARI
1876 Kanun-u Esasî
İlk anayasamız 1876 Kanun-u Esasî’dir. Bununla birlikte, 1808 Sened-i İttifak, 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayun (Tanzimat Fermanı) ve 1856 Islahat Fermanı ilk anayasal belgeler olarak kabul edilmektedir. 1876’dan 1908 yılına kadar geçen döneme I. Meşrutiyet denilmiştir. Meşrutiyet, şarta bağlı yönetimi ifade eder. Buradaki şartlar ise anayasal normları karşılamak üzere kullanılmaktadır. Anayasanın hükûmet sistemine ilişkin düzenlemelerine “yapısal şartlar”, temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemelerine de “haklar şartı” denilmektedir. Kanun-u Esasî, “ferman anayasa” kategorisinde kabul edilir. Ferman anayasa, hükümdarın tek yanlı iradesinden kaynaklanan ve onun iradesi ile yürürlüğe giren bir anayasayı niteler. Kanun-u Esasî, üniter devlet yapısını (m.1), devletin resmî dilinin Türkçe oluşunu (m. 18), yürütme yetkisinin Padişaha ait olduğunu (m.7) düzenlemiştir. İlk defa Padişah iradesinin yanında yasama yetkisini kullanmak üzere bir parlamento öngörülmüştür, fakat son sözü söyleme yetkisi Padişaha bırakılmıştır.
1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu
Tarihimizde sadece 1921 ve 1924 Anayasaları TBMM tarafından yapılmıştır.
TBMM tarafından çıkarılan 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu bir anayasada yer alması gereken tüm unsurları bünyesinde barındırmamakla birlikte, yepyeni bir hükûmet şekli kurmuştur. TBMM tarafından çıkarılan 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu bir anayasada yer alması gereken tüm unsurları bünyesinde barındırmamakla birlikte, yepyeni bir hükûmet şekli kurmuştur.
1924 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra TBMM seçimlerinin yenilenmesinin ardından, II. TBMM yeni bir anayasa yapma çalışmalarını kısa zamanda tamamlayarak 1924 Anayasasını yapmış ve iki anayasalı döneme son vermiştir. Bu Anayasa 1921’in kurduğu temel sistemi devam ettirmiştir. Sadece hükûmet sistemi bakımından parlamenter hükûmet sistemi ile meclis hükûmet i sisteminin karma bir yapısı benimsenmiştir. Cumhuriyeti devlet şekli olarak benimseyen Anayasa, başkent olarak Ankara’yı kabul etmiş ve ilk metinde yer alan devletin resmî dininin İslam olduğuna ilişkin hüküm 1928 yılında çıkarılmış ve 1937 değişikliği ile de laik devlet ilkesini öngörmüştür.
1961 Anayasası
27.5. 1960 tarihinde askerî darbe sonucu 1924 Anayasası yürürlükten kaldırılmıştır. 13.12.1960 tarih ve 157 sayılı Kanunla bir kanadı askerlerden oluşan Millî Birlik Komitesi, diğeri de bazı kesimlerden oluşan Temsilciler Meclisinden oluşan bir “Kurucu Meclis” kurulması kararlaştırıldı.
1982 Anayasası
Hazırlanması, Yürürlüğe Girmesi ve Özellikleri
12.9.1980 günü TSK’nın emir-komuta zinciri içerisinde gerçekleştirdiği askerî müdahale sonucu, ülke Millî Güvenlik Konseyi (MGK) tarafından yönetilmiştir. Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren hem MGK Başkanlığı hem de Devlet Başkanlığı görevini uhdesine almıştır.
Genel Esaslar (Temel İlkeler)
Devlet Başkanlığının veraset ya da hanedan esasına göre reddini, buna karşılık bir şekilde halkın içinden çıkarılmasını öngören “cumhuriyet” ilkesi bir devlet şekli olarak 1924 ve 1961’de olduğu gibi 1982 Anayasası’nın 1. maddesini oluşturur.
Temel Hak ve Özgürlükler
Anayasalarda haklar şartı olarak yer alan temel hak ve özgürlükler 1982 Anayasası’nın ikinci kısımında dört bölüm hâlinde düzenlenmiştir:
Birinci Bölüm: Genel Hükümler (m.12-16)
Anayasanın 12. maddesine göre, “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir”. Temel hak ve özgürlükler rejiminin belkemiğini oluşturan sınırlanmaya ilişkin esaslar ise 13. maddede düzenlenmiştir.
Sınırlamada ilkeler: Sınırlama ancak kanunla yapılabilir. Buna göre, kanun altı hukuki düzenleyici işlemlerle (tüzük-yönetmelik) temel hak ve özgürlükler sınırlandırılamayacaktır. Ayrıca sınırlama, ancak Anayasanın ilgili maddelerinde belirlenen sebeplere bağlı olarak sınırlanabilir. “Meşru müdafaa hâli, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri...” demek suretiyle tüketici biçimde meşru müdahale durumlarını saymıştır.
Sınırlamanın sınırları: Anayasa sınırlamanın nasıl olacağını belirlemekle yetinmemiş, bunlara dahi birtakım sınırlamalar getirmiştir. Bunlar; öze dokunma yasağı, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olmak, Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmak, Laik Cumhuriyetin gereklerine uygun olmak, Ölçülülük ilkesine uygunluktur.
İkinci Bölüm: Kişinin Hakları ve Ödevleri (m. 17-40)
Temel hak ve özgürlüklerin sınıflandırılmasında, devletin müdahalesinin en çok sınırlandığı alan olduğu için negatif statü hakları, koruyucu haklar gibi adlar ile de anılmaktadır.
Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı, bilim ve sanat hürriyeti, zorla çalıştırma yasağı, basın hürriyeti, kişi hürriyeti ve güvenliği, süreli ve süresiz yayın hakkı, özel hayatın gizliliği, basın araçlarının korunması, konut dokunulmazlığı, düzeltme ve cevap hakkı, haberleşme hürriyeti, dernek kurma hürriyeti, yerleşme ve seyahat hürriyeti, mülkiyet hakkı, din ve vicdan hürriyeti, hak arama hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, kanuni hâkim güvencesi, suç ve cezalara ilişkin esaslar, ispat hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, kamu tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı.
Üçüncü Bölüm: Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler (m. 41-65)
Temel hak ve özgürlüklerin sınıflandırılmasında, devletin müdahalesine en açık alan budur. Bunun temel nedeni, burada devletin karışmaması değil, aksine devletin bir nevi bu alandaki hak ve özgürlükleri kullanılabilir hale getirmesinin istenmesidir. Bu nedenle de pozitif statü hakları, isteme hakları gibi adlar da almaktadır. Bu bölümde yer alan hak ve özgürlükler şunlardır: Ailenin korunması, eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi, çalışma ve sözleşme hürriyeti, çalışma hakkı ve ödevi, çalışma şartları ve dinlenme hakkı, sendika kurma hakkı, toplu iş sözleşmesi hakkı, grev ve lokavt hakkı, adil ücret hakkı, sağlık hakkı, çevre hakkı, konut hakkı, gençliğin korunması, sporun geliştirilmesi, sosyal güvenlik hakkı, sanatın ve sanatçının korunması, devletleştirme ve özelleştirme, kıyılardan yararlanma hakkı, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması, tarım, hayvancılık ve bu üretim alanlarında çalışanların korunması.
Dördüncü Bölüm: Siyasi Hak ve Ödevler (m. 66-74)
Temel hak ve özgürlüklerin sınıflandırılmasında, vatandaşların devlet yönetimine katılımına imkân veren hak ve özgürlükler düzenlenmektedir. Bundan dolayı da aktif statü hakları, katılma hakları gibi adlar da almaktadır. Bu bölümde yer alan hak ve özgürlükler şunlardır: Türk vatandaşlığı, siyasi partilerin uyacakları esaslar, kamu hizmetlerine girme hakkı, mal bildirimi, vatan hizmeti, vergi ödevi, seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı, dilekçe hakkı, parti kurma, partilere girme ve partilerden ayrılma.
Yasama Organı
Anayasanın 75-100. maddeleri yasama ile ilgili düzenlemeleri içermektedir.
Kuruluşu: TBMM, genel oyla seçilen 550 milletvekilinden oluşur.
Milletvekili seçilme yeterliliği
“Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”. (Ay. m.7)
Anayasanın 76. maddesine göre, 25 yaşını dolduran her Türk milletvekili seçilebilir. Seçilemeyecekler veya seçilme yeterliliğine sahip bulunmayanlar ise şu şekildedir: Türk vatandaşı olmayanlar, en az ilkokul mezunu olmayanlar, kısıtlılar, yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar, kamu hizmetinden yasaklılar, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar. Affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemeyecekler ise, zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlardır.
Seçim dönemi, ara seçimler, seçimlerin genel yönetimi ve denetimi
TBMM seçimleri 4 yılda bir yapılır. Meclis 4 yıl dolmadan erken seçim kararı alabilir. Savaş sebebiyle seçimlerin yapılmasına imkân olmadığında, TBMM seçimleri bir yıl süreyle erteleyebilir. TBMM üyeliklerinde herhangi bir nedenle boşalma hâllerinde ise ara seçimler yapılır/yapılabilir. Seçimler yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır. Yüksek Seçim Kurulu kararları kesin olup bunlar aleyhine başka mercilere başvurulamaz.
Milletin temsili
“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün Milleti temsil ederler” (m. 80). Bu hüküm millî egemenlik ve millî devlet ilkesinin bir sonucu olup buna “temsilî vekâlet” denilmektedir.
Yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığı
Sorumsuzluk: Milletvekilleri, “Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.
Dokunulmazlık: Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekilleri Meclisin kararı olmadıkça, tutulamazlar, sorguya çekilemezler, tutuklanamazlar, yargılanamazlar. Ancak bunun iki istisnası vardır. Bunlar: Ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14. maddesindeki durumlardır.
Milletvekilliğinin sona erme hâlleri
İstifa: İstifa tek başına yeterli olmayıp TBMM Genel Kurulu’nca (GK) karara bağlanır. Kesin hüküm giyme veya kısıtlanma: Bunlara ilişkin kesin mahkeme kararının GK’a bildirilmesiyle olur. Milletvekilliği ile bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdürmekte ısrar etmek: Anayasanın 82. maddesinde sayılan bir görev veya hizmeti sürdürmekte ısrar eden milletvekili hakkında GK gizli oyla karar verir. Devamsızlık: Anayasanın m. 84/son fıkrası hükmüne göre, “Meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak bir ay içerisinde toplam beş birleşim günü katılmayan milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine, durumun Meclis Başkanlık Divanınca tespit edilmesi üzerine, GK’ca üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyuyla karar verilebilir”. Cumhurbaşkanı seçilme: Eğer bir milletvekili Cumhurbaşkanı seçilir ise TBMM üyeliği sona erecektir.
TBMM’nin görev ve yetkileri
TBMM’nin görevleri şunlardır: Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak, BK’yı denetlemek, BK’ya belli konularda KHK çıkarma yetkisi vermek, para basılmasına ve savaş ilanına karar vermek, bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek, milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, TBMM üye tamsayısının 3/5 çoğunluğunun kararıyla genel ve özel af ilanına karar vermek, içtüzük yapmak, KHK’leri onaylamak ya da reddetmek, meclis başkanını seçmek, olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilanına ilişkin kararları onaylamak, olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilanı süresini her defasında 4 ayı geçmemek üzere uzatmak.
TBMM’nin Bakanlar Kurulunu ve Bakanları Denetlemesi
TBMM Anayasada düzenlenmiş beş bilgi edinme ve denetleme yöntemine sahiptir. Bunlar; Soru: BK adına, sözlü veya yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Başbakan ve bakanlardan bilgi istemektir. Genel görüşme: Toplumu ve Devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konunun TBMM GK’nda görüşülmesidir. Meclis araştırması: Belli bir konuda bilgi edinilmesi için yapılan incelemedir. Meclis soruşturması: Görevde olan veya daha önce görev yapmış Başbakan ve bakanların cezai sorumluluklarının bir sonucu olarak yargılanmasını sağlamaya yönelik bir yoldur. Meclis soruşturması kapsamında ya Yüce Divan’a (YD) sevk kararı ya da bunun reddi kararı verilir. Gensoru: Bir bakan veya Başbakan hakkında gensoru önergesi verilebilir. Bu siyasi sorumluluğun bir gereği olarak TBMM’ye denetim yetkisi vermektedir.
Yürütme Organı
1982 Anayasası klasik parlamenter hükûmet modelindeki yürütmenin iki başlı (düalist) yapısını benimsemiş gibi görünmektedir: Devlet Başkanı (Cumhurbaşkanı) ve BK. Ancak yetki dağılımına bakıldığında bunun pek de böyle olmadığı söylenebilir.
Cumhurbaşkanı
Anayasanın 101-108. Maddeleri Cumhurbaşkanı ile ilgili düzenlemeleri içerir. Cumhurbaşkanı seçilebilmek için, kırk yaşını doldurmuş olmak, yükseköğrenim yapmış olmak, Türk vatandaşı olmak şarttır. Bu koşullara sahip kişiler TBMM içinden veya dışından en az 20 milletvekilinin yazılı teklifi ile veya en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında %10’u geçen siyasi partiler tarafından ortak aday olarak gösterilebilirler. Cumhurbaşkanının görev süresi 5 yıldır ve en fazla 2 defa seçilebilir.
Yetkileri: TBMM seçimlerini yenileme yetkisi, kararnameleri imzalama yetkisi, başbakan ve bakanları atama yetkisi, Devlet Denetleme Kuruluna denetleme yaptırma yetkisi.
“Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve BK tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir”. (AY. m.8)
Bakanlar Kurulu
Başbakan başkanlığında bakanlardan oluşan kurula BK (Kabine, Hükûmet ) denilmektedir. Mecliste güvenoyu alabilecek bir çoğunluğa dayanmak suretiyle BK’nın kurulması önemlidir. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Meclisten güvenoyu alabilecek bir milletvekilini hükûmeti kurmak üzere görevlendirmelidir. Bu milletvekili genellikle eğer Mecliste bir parti çoğunluğu elde etmiş ise onun genel başkanı, böyle bir parti yoksa kendi aralarında anlaşan ve çoğunluk kuran partiler koalisyonunun üzerinde anlaştığı kişidir.
ANAYASA YARGISI
Anayasaya uygunluğu sağlamak amacıyla başvurulan hukuki araçlar ve yöntemler bütününü ifade eden anayasa yargısı, dar anlamıyla kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi anlamını taşır. Anayasanın üstünlüğünü gerçekleştirmenin ve yasama organının hukuka uygun davranmasını temin etmenin bir aracı olması dolayısıyla hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olan anayasa yargısının varlığı için katı ve yazılı bir anayasanın yanı sıra denetimi yapılacak hukuk normlarının anayasaya uygunluğunu sağlayacak bir denetim organı da gereklidir.
İptal Davası
Kanunların, KHK’ların, TBMM İçtüzüğünün veya bunların belirli madde ya da hükümlerinin Anayasaya aykırılığı iddiasıyla doğrudan doğruya iptal davası açmaya cumhurbaşkanı, iktidar ve ana muhalefet partisi meclis grupları, TBMM üye tamsayısının en az beşte biri oranındaki üyeleri yetkilidir.
İtiraz Yolu
Bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya KHK hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa Anayasaya aykırılık iddiasını karara bağlamak üzere dosyayı AYM’ye gönderir ve kararı bekler. AYM, işin kendisine noksansız olarak gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse ilgili mahkeme davayı yürürlükteki hükümlere göre sonuçlandırır. Ancak, AYM’nin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse mahkeme buna uymak zorundadır. Mahkemenin işin esasına girerek verdiği ret kararının RG’de yayımlanmasından itibaren on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla itiraz başvurusu yapılamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar aleyhine şekil ve esas bakımından iptal davası açılamaz ve mahkemeler tarafından Anayasaya aykırılık iddiası ileri sürülemez. TBMM İçtüzüğü, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararı ile milletvekilliğinin düşürülmesi kararı dışındaki parlamento kararları da AYM’ce denetlenemez. Yine Anayasanın 148. maddesine göre olağanüstü hâllerde, sıkıyönetim ve savaş hâllerinde çıkarılan KHK’ların şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, AYM’de dava açılamaz.
Bireysel başvuru
Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla AYM’ye başvurabilir. İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir. Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi AYM kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.
Parti Kapatma
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan dava üzerine AYM, bir siyasi partinin Anayasanın 69. maddesinde sayılan hâllerden ötürü kapatılmasına veya dava konusu fiillerin ağırlığına göre devlet yardımından kısmen ya da tamamen yoksun bırakılmasına, toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğuyla karar verebilir.
Yüce Divan
AYM, Cumhurbaşkanını, TBMM Başkanını, BK üyelerini, AYM, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcı vekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan (YD) sıfatıyla yargılar. Genelkurmay başkanı, kara, deniz ve hava kuvvetleri komutanları ile jandarma genel komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan’da yargılanırlar.
Anayasa Mahkemesi’nin çalışma usulü ve kararlarının özellikleri
AYM, iki bölüm ve genel kurul (GK) hâlinde çalışır. Siyasi partilere ilişkin dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile YD sıfatıyla yürütülecek yargılamalara GK’ca bakılır, bireysel başvurular ise bölümlerce karara bağlanır.
Özet

•Anayasalar modern çağda ortaya çıkışları itibarıyla sınırlı devlet iktidarını kurmak için yapılmışlardır. Bu, bir yandan insan hak ve hürriyetlerini güvence altına almak, diğer yandan da devlet iktidarının hukuk kurallarına bağlı olarak kullanılmasını tesis etmeye matuftur.
• Anayasa Hukuku, temel siyasal tercihlerin hukuki formülasyonlarını hem siyaset hem hukuk ve hem de olması gereken hukuk ekseninde inceleyen bir bilim dalıdır.
•Tarihimizde 1876 yılında yapılan Kanun-i Esasi ilk Anayasamızdır. 1982 Anayasası ise beşinci Anayasamız olup halen yürürlükte bulunmaktadır.
• 1982 Anayasası temel hak ve özgürlükler bakımından özellikle 2001 yılında yapılan değişiklik ile Avrupa sistematiğini benimsemiş ve uluslararası standartlara kavuşmuştur.
• Hükûmet sistemi bakımından Cumhurbaşkanına parlamenter hükûmet sisteminden açıkça bir sapma oluşturan birtakım yetkiler tanınmıştır. Bu nedenle bir bakıma parlamenter hükûmet sistemi ile yarı başkanlık sistemi arasında melez bir hükûmet sistemi benimsenmiştir denilebilir.
• İlk defa 1961 Anayasası ile kabul edilen ve yasama organının tasarruflarının yargısal denetimi anlamına gelen anayasa yargısı ve Anayasa Mahkemesi'nin kabulü ve kuruluşu 1982 Anayasas'ında da benimsenmiştir. Benimsenen model, Avrupa anayasa yargısı modeli olmuştur.

Unıt7
 İDARE HUKUKU
İDARE KAVRAMI VE İDARE HUKUKU
İdare Kavramı
“Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”. (Anayasa m. 7)
kamu idareleri arasında şu temel farklılıklar bulunmaktadır;
Özel idarenin amacı kâr elde etmek iken kamu idaresinin amacı kamu yararıdır.
· Özel idare kamu gücüne sahip değil iken kamu idaresi kamu gücüyle donatılmıştır.
· Özel idarenin özel kişiler ile arasında eşitlik ilkesi geçerli iken kamu idareleri özel kişiler karşısında üstün konumdadır.
· Son olarak, özel idarelerin kuruluşu ve çalışmasında serbestlik ilkesi geçerli iken kamu idarelerinin kuruluşu ve çalışması kanunlarla düzenlenmiştir.
Organik Anlamda İdare (İdare Organı)
İdare organını, yasama, yargı ve yürütme organının Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu dışında kalan kısmı olarak tanımlamak mümkündür. Ancak bu noktada belirtmek gerekir ki Cumhurbaşkanı’nın ve Bakanlar Kurulu’nun ki Başbakan ve Bakanlardan oluşmaktadır, idareden tamamen ayrı organlar olduğu iddia edilemez. Şöyle ki;

Bakanlar (bakanlığın başında olma konumundan hareketle) idareden tamamıyla ayrı değildir.
· Başbakan (kendisine doğrudan doğruya bağlanmış hizmetler ve örgütler bulunması ve hem bakanları seçme hem de bakanlar üzerinde bir gözetme yetkisine sahip olması sebebiyle) idareden tamamıyla ayrı değildir.
· Bakanlar Kurulu (kurulun oluştuğu kişiler olan Başbakan ve bakanların idare ile yakın ilişki içinde olmaları ve kurulun bizzat kendisinin pek çok idarî işlem yapması sebebiyle) idareden tamamıyla ayrı değildir.
· Cumhurbaşkanı (gerekli gördüğü hâllerde Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırıp ona başkanlık etmesi (m.104), Bakanları Başbakanın önerisi üzerine ataması ve görevden alması (m.109), Bakanlar Kurulunun kararnamelerini imzalaması ve birçok atama işleminin Cumhurbaşkanının da imzasının bulunduğu “müşterek kararname”yle olması nedeniyle) idareden tamamıyla ayrı değildir
Sonuç olarak, idare organı devletin yürütme organının Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, Başbakan ve Bakanlar dışında kalan kısmı ile devlet dışındaki diğer kamu tüzel kişileri olarak tanımlanabilir
Fonksiyonel Anlamda İdare (İdari Fonksiyon)
yasama fonksiyonu, maddi ölçüt kullanılarak genel, sürekli, objektif, kişisel olmayan kural koyma, değiştirme ve kaldırma faaliyeti olarak tanımlanırken idarî fonksiyon bu genel, sürekli, objektif, kişisel olmayan kuralları uygulama faaliyeti olarak tanımlanmaktadır.
Yargı fonksiyonu, yalnızca maddi ölçüte göre, hukuki uyuşmazlıkları ve hukuka aykırılık iddialarını çözümlemek ve karara bağlamak olarak tanımlanırken organik ölçüt eklendiğinde, yargı fonksiyonu bu kez yargı organlarından çıkan ve hukuki uyuşmazlıkları ile hukuka aykırılık iddialarını karara bağlama fonksiyonu olarak tanımlanmaktadır
Yürütme fonksiyonu, devletin yasama ve yargı fonksiyonu dışında kalan faaliyetlerini kapsamaktadır ve hükûmet fonksiyonu ve idarî fonksiyon olmak üzere ikiye ayrılır. Öğretide, hükûmet fonksiyonu, “ülkenin genel siyasetini belirleme” faaliyeti olarak görülüyor iken idarî fonksiyon halkın günlük ortak ihtiyaçlarının giderilmesi fonksiyonu olarak görülmektedir
Sonuç olarak, idarî fonksiyon devletin yasama ve yargı fonksiyonu ile yürütme fonksiyonun siyasî fonksiyonu dışında kalan, toplumun günlük yaşamını sürdürmek, dolayısıyla kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla devlet ve diğer kamu tüzel kişileri tarafından yürütülen fonksiyonudur
İdari Fonksiyonun Özellikleri:
Amacı kamu yararını gerçekleştirmektir. Konusu, kamu hizmetleridir. İdari işlemlerle yürütülür. Kamu gücü kullanılarak yerine getirilir. Süreklidir. Kendiliğinden harekete geçer. Bireylerle doğrudan doğruya ilgilidir.
İdare Hukuku
En genel anlamı ile idare hukuku, idarenin kuruluş ve işleyişine uygulanan hukuk kurallarının bütünüdür.
İdare hukukunun özellikleri
İdare hukuku genç bir hukuk dalıdır. Çünkü idare hukukunun ortaya çıkışı öncelikle hukuk devleti anlayışının ortaya çıkmasına bağlıdır ki modern anlamıyla bu hukuk devleti anlayışı ise ancak 18. yüzyılda ortaya çıkmıştır. İdare hukuku ve bu hukuk dalının gelişimine büyük katkı sağlayan idarî yargı, Fransız İhtilali’nin ardından özel koşullar altında ortaya çıkmıştır (Gözler, s. 19). İdare hukuku tedvin edilmemiş bir hukuk dalıdır. Çünkü idare hukuku kuralları dağınık hâlde bulunmaktadır ve diğer hukuk dalları gibi kuralların toplandığı bir idare kanunu yoktur. İdare hukuku büyük ölçüde, içtihadî bir hukuk dalıdır. Çünkü özellikle Fransız idarî yargısı başta olmak üzere, yargı organları idare hukukunun gelişimine büyük katkı sağladıkları için idare hukukunun temel ilke ve kavramları mahkeme içtihatlarıyla oluşturulmuştur (Gözler, s. 34).
İdare hukuku bağımsız bir hukuk dalıdır. Çünkü her ne kadar idare hukuku yeni, tedvin edilmemiş ve içtihadî nitelikte bir hukuk dalı olsa da özel hukuktan tamamıyla ayrı bir hukuk dalıdır ve kamu hukukunun ise bağımsız bir alt dalıdır. İdare hukuku statüsel niteliktedir. Çünkü idare hukukunda vatandaşlık, öğrencilik, memurluk ve emeklilik statüsü gibi önceden belirlenmiş “statüler”, yani “genel hukuki durumlar” bulunmaktadır. İdare hukuku işlemleri tek taraflıdır. Çünkü özel hukukun aksine idare hukukunda bir idarî işlemin yapılabilmesi için o işlemin ilgilisi tarafından kabul edilmesine gerek yoktur. İdare tek taraflı irade açıklaması ile işlemler yapabilmektedir.
İdari yargıdan kaynaklanan uyuşmazlıklar idarî yargıda karara bağlanır. Çünkü yargı ayrılığının kabul edildiği sistemlerde idare aleyhine açılacak davalara bakacak ayrı mahkemeler belirlenmiştir.
İdare hukukunun kaynakları
Bu nedenle idare hukukunun kaynakları da “asıl kaynaklar” ve “yardımcı kaynaklar” olarak ikiye ayrılmaktadır. Asıl kaynaklar ise “yazılı” ve “yazısız” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Yazılı kaynaklar Anayasa, kanun, kanun hükmünde kararname, uluslararası antlaşma, tüzük ve yönetmeliklerdir.
Kanun
KHK
uluslararası antlaşmalar
tüzükler ve yönetmelikler
İDARİ TEŞKİLAT
İdari Teşkilata Hâkim Olan İlkeler
“İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.  1982 Anayasası’nın 123. maddesinin 2. fıkrası “idarenin kuruluş ve esasları merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır” demektedir.
Merkezden Yönetim İlkesi
Yerinden Yönetim İlkesi
· Yer Yönünden
· Hizmet Yönünden

Merkezden yönetim (merkezîyet) ilkesi, vatandaşlara sunulacak kamu hizmetlerinin devletten ayrı kamu tüzel kişileri tarafından değil, doğrudan doğruya “devlet” tarafından yürütülmesini öngören bir ilkedir.
Merkezden Yönetimin Özellikleri:
Tek bir tüzel kişilik vardır, o da devlet tüzel kişiliğidir. Merkezî idare, kamu hizmetlerinin konularına göre bakanlıklar şeklinde örgütlenmiştir. Kamu hizmetlerinin yürütülmesi için gerekli olan gelir ve giderler merkezî bütçede toplanır.
Merkezden Yönetimin Yararları:
Güçlü bir devlet yönetimi sağlar. Bölgeler arasında eşitliği sağlayıcı bir etkisi vardır. Hizmetler daha rasyonel ve gerçekçi yürütülür. Mali denetim daha kolaydır. Kamu görevlileri yerel etkilerden kurtulur.
Merkezden Yönetimin Zararları (sakıncaları):
Bürokrasi ve kırtasiyeciliğe yol açar. Hizmetlerin yöresel ihtiyaçlara göre yürütülmesini güçleştirir. Demokratik ilkelere pek uygun değildir.
Yerinden yönetim (adem-i merkezîyet”) ise bazı kamu hizmetlerinin belediye, köy, üniversite, KİT, TRT gibi devlet dışındaki kamu tüzel kişileri tarafından yürütülmesi demektir. Bir kuruluşun yerinden yönetim kuruluşu olabilmesi için kamu tüzel kişiliğine, personel bağımsızlığına, kendine has gelir kaynaklarına ve bütçeye yani mali bağımsızlığa sahip olması gerekmektedir.
Yerinden Yönetimin Yararları:
Demokratik ilkelere daha uygundur. Kırtasiyecilik ve bürokrasiyi azaltır. Hizmetler ihtiyaçlara daha uygun bir şekilde yürütülür.
Yerinden Yönetimin Zararları (Sakıncaları):
Bölgeler arasında eşitsizliği artırabilir, ülkenin birliğini bozabilir. Partizanca uygulamalara yol açabilir. Yeterli mali ve teknik imkânlara sahip değillerse hizmetin yürütülmesinde aksaklık doğabilir. Mali denetimleri güçtür.
Yerinden yönetim, “yer” ve “hizmet” yönünden yerinden yönetim olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Mahalli adem-i merkezîyet veya yerel yönetimler olarak da adlandırılan yer yönünden yerinden yönetim kuruluşları, 1982 Anayasası’nca (m.127/1) mahalli idareler olarak nitelendirilmekte ve “mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileri” olarak tanımlanmaktadır. Hizmet adem-i merkezîyet olarak da adlandırılan hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları ise uzmanlık isteyen ve merkezî idare tarafından yürütülmesi uygun görülmeyen bazı kamu hizmetlerini yürüten, devletten ayrı kamu tüzel kişilikleri bulunan, belli bir özerkliğe sahip olan kamu kuruluşları olarak tanımlanmaktadır
İdarenin Bütünlüğü İlkesi: Hiyerarşi ve Vesayet
Hiyerarşi, idare içindeki görevliler arasında astlık-üstlük durumunu ifade eder. Hiyerarşi yetkisinin özellikleri kısaca şunlardır: Hiyerarşi, aynı kamu tüzel kişisi içinde geçerli bir yetkidir. Genel bir yetkidir. Kendiliğinden veya ilgililerin başvurusu üzerine kullanılabilir. Hiyerarşi yetkisi, hukukilik veya yerindelik sebepleriyle kullanılabilir. Hiyerarşi ilişkisinde, astın idarî veya yargısal bir başvuru hakkı yoktur. Hiyerarşi yetkisinden vazgeçilemez
Vesayet, “Merkezî idare, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idarî vesayet yetkisine sahiptir.” İdari vesayetin özellikleri ise kısaca şu şekildedir: İdari vesayet, istisnai nitelikte bir yetkidir. İdari vesayet yetkisi, kanunla kurulur. Vesayet, dar bir yoruma tabi tutulur. Vesayet, emir ve talimat verme yetkisi ile düzeltme yetkisini kural olarak içermez
MERKEZİ YÖNETİM
Başkent Teşkilatı

Cumhurbaşkanı
· Bakanlar Kurulu
· Bakanlıklar
· Yardımcı Kuruluşlar (Danıştay, Sayıştay, DPT, MGK, Diğer
Taşra Teşkilatı

İl (Vali, İl idare Şube Başkanları, İl İdare Şube Kurulu)
· İlçe (Kaymakam, İlçe İdare Şube Başkanları, İlçe İdare Şube Kurulu)
· Bucak (Bucak Müdürü, Bucak Komisyonu)
· Bölge
İDARİ TEŞKİLAT
YERİNDEN YÖNETİM
Yer Yönünden (Mahalli İdareler)

İl Özel İdaresi (İl Genel Meclisi, İl Encümeni, Vali)
· Belediye (Belediye Meclisi, Belediye Encümeni, Belediye Başkanı)
· Köy (Köy Derneği, Muhtar, Köy İhtiyar Meclisi, Köy Personeli
Hizmet Yönünden (Kamu Kurumları)

Sosyal Kamu Kurumları (Sosyal Güvenlik Kurumları, OYAK, Türkiye İş Kurumu, Basın İlan Kurumu)
· İdari Kamu Kurumları (Beden Terb. ve Spor Gn. Md., Orman Gn. Md., Vakıflar Gn. Md., Karayolları Gn. Md, DSİ Gn. Md., SHÇEK Gn. Md.)
· Bilimsel ve Kültürel Kamu Kurumları (Üniversiteler, TUBİTAK , TSE, TRT, TUBA , TODAİE, Devlet Tiyatroları Gn. Md., Atatürk Kültür Dil Tarih Yüksek Kurulu, Devlet Operası ve Balesi Gn. Md.)
· Kamu Kurumu Niteliğindeki Kamu Kuruluşları (Ticaret Ve Sanayi Odaları, Ticaret Borsaları, Türkiye Barolar Birliği, Barolar, Tabip Odaları, Türkiye Tabipler Birliği)
· İktisadi Kamu Kurumları Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK), İktisadi DevletTeşekkülleri (İDT)
İDARİİŞLEMLER
İdari işlem, idare hukukuna ve keza uyuşmazlık halinde idarî yargıya tabi olan kamu gücüne dayanan hukuki işlemler, yani hukuki sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamalarıdır ((Gözler, s. 266). Bir hukuki işlemin “idarî” nitelikte olmasının doğurduğu iki önemli sonuç vardır:
· İdarî işlemler, idare hukukuna tabidir.
· İdarî işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklara idarî yargıda bakılır.
İdari işlem, idare hukukuna ve keza uyuşmazlık hâlinde idarî yargıya tâbi olan kamu gücüne dayanan hukukî işlemler, yani hukukî sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamalarıdır.
Kamu Gücü Ayrıcalıkları:
Tek yanlı işlemler yapma yetkisi. Re’sen icra, Hukuka uygunluk karinesi, Kamu tüzel kişilerinin borçları için cebrî icra uygulanamaması, mallarının haczedilememesi, iflaslarının istenememesi. İdare personelinin kamu görevlisi sayılması, zorunlu üyelik, zorunlu aidat, vergi muafiyeti, uyuşmazlıkların idarî yargıda görülmesi
İdari İşlemlerin Özellikleri
İdari işlemlerin “icrailik”, “re’sen icra edilebilirlik” ve “hukuka uygunluk karinesinden yararlanma”gibi üç temel özelliği bulunmaktadır.
İdarenin tek yanlı olarak açıkladığı iradesiyle hukuki sonuçlar doğurmasına “icralik” denilir iken bir idarî kararın hukuk âleminde ortaya çıkan sonuçlarının maddi âleme doğrudan doğruya idare tarafından aktarılmasına “re’sen icra edilebilirlik” ve bir idarî işlemin mahkeme tarafından iptal edilinceye kadar, hukuka uygun varsayılması ve uygulanmasına da “hukuka uygunluk karinesinden yararlanma” denilmektedir.
İdari İşlemin Unsurları
Yetki: Yetki bir idarî makamın belirli bir işlemi yapabilme ehliyeti olarak tanımlanmaktadır (Gözler, s. 305). İdare hukukunda yetkilerin ortak özellikleri olarak şunlar sıralanabilir:
Yetkiler Anayasa ve kanunlardan kaynaklanır.

Yetkiler istisnai niteliktedirler.
Yetkiler kamu düzenine ilişkindir.
 Yetkiler kullanılması zorunlu, vazgeçilmez ve devredilmez niteliktedir.
5- Yetki sakatlıkları sonradan düzeltilemez
6- Yetkiler dar yoruma tabi tutulur.

1- Kişi Bakımından Yetki: İdari işlemin yapılabilmesi için hangi idarî makamın ya da organın irade açıklamaya yetkili olduğunu ifade etmektedir

2-Konu Bakımından Yetki: Belli konulara ilişki kararların hangi idarî makamlar tarafından alınacağını ifade etmektedir (Akyılmaz, Sezginer, Kaya, s. 394).
3- Zaman Bakımından Yetki: İdari makamların konu yönünden sahip oldukları yetkiyi kullanacakları süreyi ifade etmektedir. (Akyılmaz, Sezginer, Kaya, s. 393).
Yer Bakımından Yetki: İdari makamların konu yönünden sahip oldukları yetkiyi kullanacakları coğrefi alanı ifade etmektedir
Yetki paralelliği ilkesi: Bir idari işlemi yapmış veya idari kararı almış idare makamı veya organı, kanun aksini öngörmemiş ise o idari işlemi veya kararı değiştirmeye, kaldırmaya ve geri almaya da yetkilidir.
Bir işlemin yapılması için kullanılan usûlün, kanun aksini öngörmemiş ise o işlemin değiştirilmesi veya ilga edilmesi için de kullanılmasına, “usûlde paralellik ilkesi” denir.

1-Fonksiyon Gaspı: İdarenin yasama veya yargı organlarının görev alanına giren konularda işlem yapması durumunda ortaya çıkan sakatlıktır. Bu hâlde idarî işlem yok hükmündedir.
2- Yetki Gaspı: İdareye tamamıyla yabancı veya idare adına irade açıklamaya yetkili olmayan bir kimse tarafından yapılan işlemlerde ortaya çıkan sakatlıktır. Bu hâlde de idarî işlem yok hükmündedir.
3- Yetki Tecavüzü: Bir idarî makamın diğer bir idarî makamın yetkili olduğu bir konuda veya yerde işlem tesis etmesidir. Bu hâlde idarî işlem iptale tabidir.
4- Ağır ve Bariz Yetki Tecavüzü: Bu tür yetki tecavüzünde hukuka aykırılık çok ağır ve açıktır. Bu hâlde işlem yok hükmündedir.
Şekil: Hukuk düzeninde değişiklik meydana getirmeye yönelik iradenin kendisiyle açıklandığı araca veya kalıba şekil denilmektedir. Şekil ile yakından ilgili bir kavram ise usuldür. Sıklıkla şekil unsurunun bir parçası kabul edilen usûl ise, idarî işlemin yapılmasında izlenen yollar demektir. Usul sakatlıkları asli ve tali olmak üzere ikiye ayrılmaktadır ki idarî işlemi hukuka yakırı hâle getiren ve dava açılması hâlinde iptal edilmesi sonucunu doğuran usul sakatlıkları iken tali usul sakatlıkları işlemin iptaline yol açmazlar
Sebep: İdari işlemden önce gelen ve idareyi bir işlem yapmaya sevk eden etmenler sebep olarak tanımlanmakdır

Bir idarî işlemin sebebi mevzuatta düzenlenişleri açısından üç gruba ayrılmaktadır:
1- Sebebi açıkça mevzuatta gösterilen işlemler
2- Sebebi mevzuatta belirsiz kavramlarla gösterilen işlemler
3- Sebebi mevzuatta gösterilmeyen işlemler
Bu üç grup dikkate alındığında, idarî işlemin sebep unsurunda üç değişik hukuka aykırılık olabilmektedir (Gözler, s. 347):
1- İdarenin gösterdiği sebebin mevcut olmaması durumunda idarî işlem hukuka aykırıdır.
2- İdarenin gösterdiği sebebin hukuki tavsifinde hukuka aykırılık varsa, idarî işlem hukuka aykırıdır.
3- İdari işlemin sebep ve konu unsuru arasındaki ölçüsüzlük de idarî işlemi hukuka aykırı hâle getirir.
Konu: İdari işlemin doğurduğu hukuki sonuç, yani hukuk düzeninde meydana getirdiği değişikliktir
Konu unsurunda sakatlık hâlleri aşağıda gösterilen hâllerde ortaya çıkmaktadır:
1- Konunun imkânsız olması
2- Konunun kanuna aykırı olması
3- Sebep ile konu arasında kanunun öngördüğü nedensellik bağının yokluğu
4- Sebep ile konu arasında ölçüsüzlük bulunması.
Amaç: İdari işlemi yapan makamın söz konusu işlem ile ulaşılmak istediği nihai sonuca denilmektedir
Yetki unsurundaki sakatlık hâli, yetki saptırması olarak adlandırılmaktadır ki bir idarî makamın yetkilerini kullanması gerektiği amaçla değil, bir başka amaçla kullanmasıdır. Yetki saptırması hâlleri ise karşımıza aşağıdaki hâllerde çıkmaktadır:
Kamu yararı dışında bir amaçla yapılan işlemler: Kişisel amaç, Siyasal amaç, Üçüncü kişiye yarar sağlama maksadı, Özel maksadı aşan işlemlerdir.
İDARENİN FAALİYETLERİ: KAMUGÖREVLİLERİ
İdarenin belli bir konuda karar alıp almama veya birden fazla karar arasında seçim yapma imkanına Takdir Yetkisi denir. Geniş anlamda kamu görevlisi, hukuki durumlarına ve yaptıkları görevin niteliğine bakılmaksızın, kamu kesiminde görev yapan herkesi ifade etmektedir
Memurların Tabi Olduğu Yasaklar
1- İkinci görev yasağı
2- Ticari faaliyetlerde bulunma yasağı
3- Grev yasağı
4- Toplu eylemlerde bulunma yasağı
5- Hediye alma ve menfaat sağlama yasağı
6- Siyasî partilere girme yasağı
7- Gizli bilgileri açıklama yasağı
8- Basına bilgi veya demeç verme
9- Dernek kurma ve üye olma yasağı
10- Ayrıldığı kuruma karşı görev alma yasağı

Memurların Hakları
11- Memurluk Teminatı
12- Hizmet Hakkı
13- Müracaat ve Dava Hakkı
14- Sendika Hakkı
15- İzin Hakkı

Aylık Hakkı
17- Yolluk Hakkı
18- Diğer Sosyal Haklar
İDARİ YARGI
İptal davaları, idarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve amaç unsurlarından biri ve birkaçı ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için açılan davalardır. Tam yargı davası ise idarî işlem ve eylemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılan davalardır. Son olarak idarî sözleşmelerden doğan davalar ise “tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idarî sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” olarak tanımlanmıştır.
TÜRKİDARİ YARGISI
- İlk Derece İdari Yargı Yerleri:
1. İdare Mahkemeleri
2. Vergi Mahkemeleri

- Üst Derece İdari Yargı Yerleri:
1. Bölge İdare Mahkemeleri (İtiraz Mahkemeleri)
2. Danıştay (Temyiz Mahkemesi)

- Askerî İdari Yargı
- Askerî Yüksek İdare Mahkemesi
Özet

İdare hukuku yeni gelişen bir hukuk dalıdır ve bu gelişimini esas itibarıyla yargı içtihatları ile sağlamıştır. Bugün bile yargı içtihatları bu hukuk dalının gelişiminde önemli rol oynamaktadır.
•İdare kesintisiz olarak faaliyet göstermekte ve günlük yaşantımızı sürekli olarak etkilemektedir.
•İdare faaliyetlerini sürekli olarak kararlar almak (idari işlemler yapmak) suretiyle gerçekleştirmektedir. İdarenin bunların yanısıra idari eylemleri söz konusu olmaktadır.
•İdare, faaliyetlerini kamu görevlileri eliyle gerçekleştirmektedir.
•İdarenin eylem ve işlemlerinin haksız ve hukuka aykırı olması durumunda en etkili hak arama yolu, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak idarenin yargısal denetimi vasıtasıyla olmaktadır.


0 yorum:

Yorum Gönder